BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’ndaki Vedat Aydın Konferans Salonu’ndayız. Bundan iki hafta önce aynı yerde Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, “demokratik özerklik”i ilan etmişti. Bu kez kürsüde yine Tuğluk var. Oldukça uzun bir konuşma yapıyor. Kimilerine göre “sert”, kimilerine göre “yumuşak” bir konuşma bu. Ben de, yer yer sert mesajlar içermekle birlikte, özünde Kürt sorununun çözümü konusunda uzlaşmayı öne çıkaran önemli bir konuşma olduğu kanısındayım.
Tuğluk konuşmasında “çözümsüzlük”ün bir alternatif olmaktan çıktığını söyledi ki katılıyorum. Zira önceki gün Ankara’da yaşananlardan sonra Kürt sorununun çözümü önündeki en büyük engellerden, kimi durumda da bahanelerden biri kalkmış durumda. Şöyle ki, AKP’liler ne zaman bir zorluk veya açmazla karşılaşsalar “Biz istiyoruz ama asker engel oluyor” derdi. Buna karşılık Kürt siyasi hareketinin yasal ve/veya yasadışı temsilcilerine “Neden çözüm için AKP ile çalışmıyorsunuz?” veya “Neden açılıma destek vermiyorsunuz?” diye sorulduğunda hemen “AKP tek başına devleti temsil etmiyor ki!” cevabını alır, açık veya örtük bir şekilde askerle temas kurma yollarının zorlandığını görürdünüz.
Artık her iki taraf da çözümsüzlüğün sorumluluğunu askere yükleme lüksüne sahip değil. Çünkü önceki gün yaşananlarla birlikte başta Kürt sorunu olmak üzere her siyasi konudaki “askeri vesayet”in nihayet (ve ne mutlu) sonlanmış olduğu ortadadır. Yani Kürt hareketinin karşısında yekpare bir devletin olduğunu ileri sürebiliriz. Ne var ki devletin (diğer bir deyişle AKP hükümetinin) karşısında yekpare bir Kürt siyasi hareketi var mı, tartışılır.
Çokluk ve çoğulluk
Kürt siyasi hareketi denince akla hemen Öcalan, ardından PKK, sonra da KCK, DTK, BDP gibi yapılanmalar gelir. Bütün bu kurumsal çokluğa rağmen bu hareketin son derece disiplinli bir şekilde, birlik ve beraberlik içinde hareket ettiği düşünülür. Fakat DTK Genel Kurulu için ülkenin dört bir yanından gelip Diyarbakır’da toplanan 850 delegenin (ki kadınların oranı hayli yüksek) belli ölçülerde bir “çoğulluk” oluşturduğunu da gözledim.
Her şeyden önce kafalar son derece karışık. Örneğin “demokratik özerklik” ilanını ele alalım. Bu ilanın Silvan saldırısıyla nerdeyse aynı ana denk gelmesinin şokunu henüz atlatamamış olan Kürt siyasetçilerden kimisi “durmak yok, yola devam” havasındayken, hatırı sayılır bir bölümü de “işi fazla abartmayalım” düşüncesinde.
Ama en büyük ayrılık konusunun AKP’ye bakışta ortaya çıktığını görüyorum. Tuğluk konuşmasında AKP’den bir “muamma” olarak söz etti. Şu sözler onun:
“Açık söylüyoruz: AKP demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünde bizler için halen olağan şüphelidir! Güven vermiyor, samimi görünmüyor, tutarlı davranmıyor...”
Bununla birlikte, söz konusu konuşmanın en çarpıcı yönü, Tuğluk’un şahsında Kürt siyasi hareketinin artık doğrudan ve sadece AKP’yi muhatap almasıdır.
Şimdilik şöyle toparlayalım: Kürt siyasi hareketinin önde gelen aktörlerinin çoğunda belirgin bir AKP alerjisi gözlenirdi. Bu nedenle Kürt sorununun çözümünü AKP yerine TSK, CHP, hatta bazı dış odaklarla birlikte düşünme arayışı hep baskın olmuştu. Ama gerek 12 Haziran genel seçim sonuçları, gerekse 29 Temmuz’da yaşananlar Kürt siyasi hareketinin AKP ile baş başa kalmış olduğunu net bir şekilde ortaya çıkardı.
Peki Kürt hareketi, kabullenmeyi hep ertelediği bu gerçeği sindirip ona uygun politikalar üretebilecek mi? Bu konuyu yarın tartışalım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.