Partiler seçim kampanyalarını ideolojik ağırlığı olan büyük kentlerde tamamlıyorlar. Geçen hafta CHP ve AKP'nin Diyarbakır sınavı vardı...
İlk gözlem bu konuda her iki partinin de diyeceklerinin olması ve bunların odağında hükümetin atmış olduğu adımların yer almasıydı. Kılıçdaroğlu'nun kısa konuşmasının güçlü noktası 'taş atan çocuklara' ve KCK bağlamında tutuklanan insanlara nasıl muamele edildiği üzerine yoğunlaştığı bölümdü. Erdoğan ise daha ideolojik bir çerçeveye oturttuğu konuşmasında ret, inkâr ve asimilasyonun sona erdiğinin altını çizdi. Ama yapılmış olan yanlışlara dokunmaktan kaçındı.
Muhtemelen seçmene daha önemli gelecek olan ileriye dönük vaatlerde ise çok fazla bir şey söylenmediğini görüyoruz. Kılıçdaroğlu, Diyarbakır Cezaevi'nin müze yapılacağından öte somut bir vaatte bulunmadı. Ancak 'geçmişimizle yüzleşeceğiz' söylemi, her ne kadar altı doldurulmamış olsa da önemsenmeli. Bu sadece Kürtlerin ne yaşadıklarıyla ve devletin tutumu ile ilgili bir tavır değil. Aynı zamanda Kılıçdaroğlu'nun seçim sonrasında parti içinde yaşanacak ideolojik kavgada nasıl bir tavır alacağının da göstergesi. Çünkü söz konusu yüzleşmenin nerelere gidebileceğini ve bizzat CHP'nin hamurunda yer alan otoriter rejim yandaşlığını gündeme getireceğini herkes tahmin edebiliyor.
Erdoğan'ın geleceğe ilişkin somut vaadi ise kentleşme projeleri dışında neredeyse hiç yoktu. Ne var ki Başbakan sorunun köküne inen ideolojik mesajlarda son derece etkili bir dil kullandı. Türk ve Kürt milliyetçiliklerini aynı kaba sokması ve her ikisinin de dışında durduğunu söylemesi, nasıl bir gelecek tahayyül ettiğini de az çok anlaşılır kılmaktaydı. Anayasa konusunda ise şu ana kadar en açık ifadeleri kullanarak hükümetin davranış kalıbını ortaya koydu: "12 Haziran'dan sonra yeni, özgürlükçü, sivil, demokratik, katılımcı anayasayı uzlaşmayla, ittifakla yapacağız. Diyarbakırlının da İstanbullunun da 'benim anayasam' diyebileceği bir anayasayı birlikte yazacak, birlikte kabul edeceğiz." Bu ifade Erdoğan'ın daha önce yapmış olduğu beyanlarla da uyumlu. Görünen o ki AKP anayasayı Meclis'te diğer partilerle birlikte oluşturmayı, metni süreç içerisinde sivil toplumla yoğun ilişki içinde geliştirmeyi, kamuoyunda tartışma olanaklarını sonuna kadar kullanmayı ve nihayette de referandumla sonuçlandırmayı planlıyor. Bunun siyasî anlamı bizzat anayasa yapım sürecinde Kürtlerin eşit vatandaş haline gelme yolunun açılması ve şiddet siyasetinin anlamsızlaşmasıdır.
Buraya kadar iki parti ve iki lider arasında bir tür simetri algılamak mümkün. Ancak Diyarbakır'da siyaset yapmak, gerçek siyasî dengeler içinde pozisyon almayı gerektiriyor. Kılıçdaroğlu'nun bütün vurgusu AKP hükümetinin eleştirisi üzerinde kaldı ve Kürt toplumunun iç siyasetinde kendisine yer olmadığını kabullendiğini ima etti. Zaten meydanda sadece bin beş yüz kişinin olması ve bunun önemli bir kısmının civar illerden otobüslerle taşınarak sağlanması, durumu epeyce net bir biçimde ortaya koymaktaydı. Buna karşılık Erdoğan'ın mitingi AKP'nin Diyarbakırlı için 'gerçek' bir alternatif siyaseti temsil etmekte olduğunu bir kez daha kanıtladı. Başbakan BDP'nin baskıcı zihniyetini, İslam'ı ve genelde dindarlığı horlayan otoriter laikliğini özellikle vurguladı. Kürt milliyetçiliği üzerinde yükselen bu siyasetin, günün demokrasi anlayışına uymadığını, gelecekte anakronik kalacağını ve demokratik normlar açısından arkaik, hatta gayri meşru olduğunu ima etti. Diğer bir deyişle Erdoğan, Diyarbakır'da 'siyasî' bir pozisyon almaktan çekinmediği gibi, ülkenin başka yerlerinde kullandığı söylemi aynen kullanarak, bakışının, tutumunun ve siyasetinin 'sahici' olduğunu da gösterdi.
İki parti arasındaki yapısal farklılığın bu mitinglere yansımaması zaten zordu. CHP'nin sırtında on yılların ideolojik yükü var. 'Yeni' CHP diyerek bu yükü bir anda üstünüzden atmak mümkün değil. Parti örgütünün ve seçmeninin en az üçte biri katı bir Kemalizm'i ve Türk milliyetçiliğini sürdürüyor. 'Yeni' CHP sadece olumlu bir olasılık... Şu an için 'hakiki' değil... AKP ise yaptıkları ve yapamadıkları ile samimiyet testinden geçmiş durumda ve açıkça söylemek gerekirse Kürt meselesinin çözümü açısından tek anlamlı siyasî aktör konumunda. Kürtlerin özgürlük ve eşitlik hakları, en azından bir on yıl daha, BDP'nin olmadığı bir dünyada çözülebilir, ama AKP'nin olmadığı bir dünyada çözülemez.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.