Bizim bu “âkil”lik görevi benim için dün akşamdan başladığı için bu sabah Diyarbakır’dayım. Tuhaf bir durum: yazacak başka bir konu düşünemiyorum; ama henüz yazacak bir şey de olmadı. Gece geç vakit geldim, şimdi saat sekiz bile değil.
Bizim bölgemizden, yani Güneydoğu’dan, bazı arkadaşlar bu kuruldan (kurullardan) beklediklerini yazmışlar, önerilerde bulunmuşlar
Öteden beri “barış” dediğiniz bu sürecin psikolojik yanı üstünde duruyorum: olup bitmiş bütün bu olaylardan sonra, insanların paramparça olan duygu dünyaları nasıl onarılır? Bana hem zor, hem de zorunlu görünen şey bu.
Bölgeden arkadaşların bize ulaştırdığı iletilerde öncelikle siyasî talepler, öneriler var. Ama bu dediğim türden talepler de araya girmiş. Örneğin bunlardan birinde şunlar sıralanmış:
“... çalışma yapılacak bölgelerde köy köy, kasaba kasaba dolaşılmalı, evlere misafir olunmalı, camilerde namazlara katılınmalı, kahvehanelere gidilmeli, esnafa uğranmalı, taziyelere katılınmalı, düğünlere gidilmeli. Gidilen yerlerdeki yaşlı itibarlı kişiler, kanaat önderleri, şeyhler, dedeler, medreseler, tekkeler, cemevleri ziyaret edilmeli. Köylerde muhtarlar, hocalar, toplumun önderi sayılan hatırlı kişiler ihmal edilmemeli. Köy meydanlarında, köy evlerinde veya benzer ortamlarda köylünün tamamı çağrılarak konuşulmalı...”
Bunları yapılması, doğrudan doğruya, işaret edip durduğum o “psikolojik soğuma” olgusuna ilişkin tesbitler ve bu tesbitlere dayanan talepler. Bunlar, Anayasa’da veya herhangi bir yasada yapılacak beş on kelimelik “düzeltme” ile düzelemeyecek duyguların onarımına yönelik işler. Zaten her birinin işi başından aşkın sekiz dokuz kişinin yetişebileceği şeyler de değil.
Başka bir ilden bir arkadaş da “kimlerle görüşmeli” kısmına “resmî” ve “siyasî” denebilecek “merciler”den başlamış: “siyasî parti temsilcileri” diyor; “Sivil Toplum Kuruluşları” diyor; bunlara “Ticaret ve Sanayi Odaları ve Dernekleri” de eklemiş. Tabii önemli bir konu olan “Korucular”ı da unutmamış. Ama sonra, burada “sivil” toplumun dokusunun doğal ve organik kısımlarına geçiyor ve sıralıyor: “Cemaat ve Kanaat önderleri... Üniversiteler... Muhtarlar... İmamlar... Asker ve Dağda öldürülenlerin aileleri ve Dağda çocukları bulunan aileler... Bölgedeki büyük aşiretler... Boşaltılan köyler... Esnaf ziyareti... Taksiciler ve Kapıcılar... Kayıp Yakınları... Taş atan çocuklar...” Daha da var.
Dediğim gibi, bu kurulun bütün bu sayılan kesimlerle “anlamlı” olacak şekilde karşı karşıya gelmesi, onları dinlemesi mümkün değil. Ama bu, sözkonusu uyarı ve taleplerin geçerli olmadığı anlamına da gelmiyor. Burada durum bu.
“Siyasî parti temsilcileri”yle görüşmek elbette gerekli; ama “taş atan çocuklar” da var. Onlarla konuşur hâle gelmek çok daha güç. Ama onlarla konuşur hâle gelmeden “barış süreci”nin rayına oturduğunu, sonuca ulaştığını söylemek de mümkün değil.
Bu gibi işler, aslında, Türkiye’nin sivil toplumuna düşüyor. Birkaç gün önce de yazdığım gibi, bu yol açık artık. Ve her köşede onarılması gereken bir değer var.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.