DİTAM’in (Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi) Eşitlikçi ve Çoğulcu Demokrasi Platformu çerçevesinde başlattığı Toplumsal Barış Süreçlerinde STK’ların Rolü toplantılar dizisinin sonuncusu 03.06.2017 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Farklı görüşlere sahip STK temsilcisi, gazeteci ve akademisyenlerin çağrıldığı bu toplantıya ben de yazar kimliğimle davet edildim.
Toplantı, DİTAM Başkanı Mehmet Kaya’nın girişimin amacını açıklayan bir konuşmasıyla başladı. Kaya konuşmasında, “Sivil toplum, tam da herkesin savaş çığırtkanlığı yaptığı, haksızlıklara sessiz kaldığı ve geleceğe ilişkin tehlikelerin hızla arttığı bir ortamda ortaya çıkmalı, ilgili çevreleri uyarmalı, barış için kamuoyu oluşturmalı, çatışmayı sonlandırıp sürecin çözüme evirilmesine katkı sağlamalıdır” dedi.
Ardından, tartışmalara zemin oluşturacak “Barış Sürecini Yeniden Başlatma ve Geliştirme Komisyonu” ile “Azınlık ve Kültürel Hakların Geliştirilmesi Komisyonu”nun raporları sunuldu.
Toplantıda birbirini tamamlayıcı nitelikte birçok önemli görüş ve öneri dile getirildi. Ortaya çıkan bütün bu görüş ve teklifler üzerinde tek tek durmak yerine, toplantı ile ilgili birkaç saptamada bulunmayı yararlı buluyorum.
Öncelikle DİTAM’ın gerçekleştirdiği bu girişimi, toplumun ve siyasetin üstünün bir ölü torağıyla örtüldüğü bir dönemde, oldukça cesaretlendirici ve umut verici bulduğunu belirtmek isterim.
Bilindiği gibi, Türkiye 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Çözüm Süreci’nin tümüyle çökmesinin ardından yeniden bir şiddet ve savaş girdabına savrulmuş, PKK’nin çatışmaları hendek ve barikat savaşı adı altında kent merkezlerine taşımasıyla süreç en başta Kürtler için bir kabusa dönüşmüştü. Ardından gelen 15 Temmuz darbe girişimi ise her şeye tuz biber ekmiş, ilan edilen OHAL sistemi ve bu sistemin kıyım aygıtına dönüşen KHK’lerle siyasetin ve özgür tartışma ortamının köküne kibrit suyu dökülmüştü.
Ne zamandır savaş tamtamları dışında duyduğumuz bir şey yok. “Son terörist kalıncaya kadar…” çığırtkanlıkları bize yüzyıllık bir yanlıştaki ısrarın hazin öyküsünü hatırlatmakta. “Kürt sorunu yok, çözüm mözüm yok” yönündeki açıklamalar öfke, tepki ve içe kapanma siyasetinin geldiği boyutları ortaya koyuyor. Bir zamandan beri barıştan, Kürt meselesinde barışçıl çözümden neredeyse söz edilemez duruma gelindi.
Siyasi alanın neredeyse sıfırlandığı, şiddet ve baskıcı ortamın nefes almayı zorlaştırdığı bir dönemde DİTAM, söz konusu çabalarıyla bu boğucu ortamın aşılması için başlangıç niteliğinde bir zemin hazırladı.
Elbette mevcut şiddet sarmalını bir çırpıda aşmak kolay değil. Toplantı katılımcılarının çoğunun dediği gibi bu tek başına STK’ların altında kalkacağı bir şey de değil. Ancak her işin bir başlangıcı vardır. STK’lar geçmişteki barış ve çözüm deneyimlerini hatırlatarak, bu yöndeki toplumsal hafızayı güncelleştirerek, ilgili çevreleri konuşmak için cesaretlendirerek yeni bir barış ve çözüm ikliminin canlanmasına katkıda bulunabilir. Türkiye’de yeni bir barış ikliminin oluşmasında son tahlilde tayin edici olan elbette siyaset kurumu, siyasi iktidarın iradesi belirleyici olacaktır. Öte yandan deneyler gösteriyor ki bu tür hayati meseleler tek başına siyaset kurumuna hele de iktidarların iyi niyetine bırakılamaz.
Bu açıdan DİTAM’ın, genel olarak da sivil toplumun ortaya atılarak inisiyatif üstlenmesi önemlidir. Bugünden yarına bir sonuç alınmaması, bu yöndeki çabaların bir etkisinin olmayacağı anlamına gelmez. Aksine özgürlük, barış ve demokrasi gibi hedeflere ancak bu uğurdaki ısrarlı çabalarla ulaşılabilir.
Toplantıda doğal olarak Çözüm süreci’ne ilişkin değerlendirmeler oldu. Bu süreçte yapılan yanlışların altı çizildi. Hükümetin, PKK’nin silahsızlandırılmasına odaklandığı, PKK’nin ise etki alanını genişlemeyi esas aldığı ve bu her iki yaklaşımın da sürecin çökmesiyle sonuçlandığının altı çizildi. AK Parti iktidarının Kürt meselesinde bütünlüklü bir program ortaya koymamasının sürecin en sorunlu yanını oluşturduğuna dikkat çekildi.
Tartışmalarda haklı olarak ifade edildiği gibi yeni dönemde barış ve çözüm yönünde bir adım atmak için, geçen dönemin deneyimlerinden dersler çıkartılmalı, yapılan yanlışların tekrarlanmaması için özen gösterilmeliydi. Ancak böylece önümüzdeki olası bir çözüm arayışında hedefe görece daha kolay ulaşılabilirdi.
Tartışmalarda öne çıkan konulardan biri de Türkiye’nin Suriye’de Kürtlere karşı izlediği yanlış politikaydı. Katılımcıların çoğunun üzerinde mutabık oldukları gibi Türkiye’de Çözüm sürecinin çökmesinde Suriye’de Kürt meselesinden kaynaklı gelişmeler belirleyici olmuştu. Özellikle de Kobani’nin DAİŞ tarafından işgali ve bu sorunun iç siyasi gelişmelere yansıması zaten can çekişmekte olan Çözüm Süreci’nin sonunu getirmişti.
Türkiye’de Kürt meselesinden kaynaklı sürüp giden çatışma ve gerilim ile Suriye’deki gelişmeler arasındaki ilişki ne yazık ki bugün de geçerliliğini koruyor. Bu çerçevede Türkiye’de yeni barış sürecinin başlatılmasında Suriye Kürt politikasında yaşanacak bir politika değişikliği son derece etkili olabilir
Bu konuda en çarpıcı değerlendirme, bölgedeki gelişmelere vakıf ve Türkiye’nin bir dönem Kürdistan/Hewlêr Başkonsolosluğunu yapan Aydın Selcan’dan geldi.
Selcan, konuşmasında Kürt meselesinde kimin ilk adımı atmasının önemli olmadığını, “önce silah bırakma, sonra diyalog” aşamalarının yer değiştirebileceğini belirterek şunları söyledi.
“Suriye'de denetim altında tuttuğu alan Kandil için kıymetli ve değerlidir. Bunun bizde sekteye uğrayan ve geri dönmeyen sürece etkisi de aşikâr. Eğer Ankara'da görev yapıyor olsaydım sırayı değiştirirdim, önce Suriye’den başlardım, mesele sizin için Suriye midir? Şu kadar sınır mı var? Bütün kapıları açardım. Bugüne kadar Suriye'den Türkiye’ye, somut bir tehdit gerçekleşmediğini de bilerek, bu kapıları açarız. Suriye Kürtlerine, size silah yardımı yapacak değiliz, kaçırırsanız yakalarsak bu iş durur. Ama yapı malzemelerinden tıbbi malzemeye her şey girip çıkabilir. Yaralılar gelebilir. Bunun karşılığında siz de Kandil’e söylersiniz. Bir sürecin başlayabileceğini sizler söylersiniz. Bunun da bir üçüncü gözetim, kefil, garantör gibi bir şeyler olması gerekir. Bu da Oslo süreci gibi değil, adını koymak gerekir. Bu da Amerika olacaktır onu da Ankara kesinlikle kabul etmeyeceğinden bunu usulünce zaman içinde yedirmek gerekecektir” dedi.
Toplantıda üzerinde durulan başlıklardan biri de OHAL uygulamaları ve KHK’lerin yol açtığı mağduriyetler oldu. Bütün kesimlerin OHAL’in kaldırılması konusunda kapsamlı bir iş birliği yapması yönündeki çağrı yerindeydi. Çünkü gelinen aşamada OHAL’den kaynaklı sorunlar bütün diğer sorunların tartışılması önünde önemli bir blokaja dönüşmüş durumda.
Öte yandan siyasi aktörlerin, özel olarak da Kürtlerin şiddete karşı ilkesel bir tutum almasının altı çizildi. PKK’nin hükümetin izlediği şiddet ve gerilim politikasından bağımsız bir şekilde silahlı mücadele yöntemini terk etmesine vurguda bulunuldu.
DİTAM’ın gerçekleştirdiği Çalıştay’ın moderatörlüğünü yapan Hakan Tağmaz’ın yaptığı kapanış değerlendirmesi ayrıca önemliydi. Tağmaz, STK ve siyasi aktörlerin günü birlik ezber ve klişelerden uzak, nesnel ve objektif değerler çerçevesi içinde hareket etmesini isteyerek, günümüzde barış için Kürtler arası ilişkilerdeki dil ve yaklaşımın her şeyden önemli olduğunun altını çizdi. Tağmaz haklıydı, Türkiye’de ve bölgede barışın lokomotifi konumundaki Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilerin seviyesi ve niteliği her şeyden daha önemliydi.
Bir sonraki yazıda toplantıda yaptığım kendi değerlendirmelerimi aktaracağım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.