Cumhurbaşkanı Erdoğan kimseden akıl alırmış gibi yapamaz. Öyle yaparsa (marka anlamında) “Erdoğan” kalmaz. Ama sanki ve en azından Ortadoğu bölümü için dış politikamızda eleştirilere yanıt verecek biçimde bir ayar yapılma çabası var. Bu ayar tutarlı yapılırsa olumlu. Şark kurnazlığıyla, görünür kısmı, yeraltından yürüyen kısmıyla ayrıysa çok kısa sürer cilanın dökülmesi.
Bunları düşündürten adımlar şunlar: Cumhurbaşkanı Erdoğan Ürdün’e gitti, Kral Abdullah’la görüştü. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Bağdat ve Erbil’e gidiyor. İran ve Rusya Federasyonu (RF) genelkurmay başkanları peş peşe Ankara’ya geldi. Hatta ben bu duruma bakıp, ufukta Kürtler göründüğünde şanlı hariciyenin derhal dış siyaseti askeriyeye ihale edip, ortadan çekildiğini hatırlattım.
Eski Dışişleri Müsteşarlarımızdan Büyükelçi Uğur Ziyal’ın zamanında vurguladığı gibi dış siyasette etkinlikle, işgüzarlık karıştırılmamalı. Şimdiki durum o Davutoğlu tarzı biteviye koşuşturma havasından çıkıldığı izlenimi veriyor. Doğru, yanlış, sonuç alır, almaz o ayrı. Ortadoğu için dış siyaset yeniden “yapılmaya” çabalanıyor gibi, bence bu iyi.
Buna karşılık devam eden temel sorunlar var. Genelkurmay, dışişleri, MİT arasında “silolaşma” devam ediyor. Bunlar birbirlerinden bağımsız hareket edip, ancak en yukarıda, yani bugünkü yürütmenin başı cumhurbaşkanlığı rejiminde Erdoğan’ın masasında toplanıyor. Eşgüdüm olanaksız. Onun yerine kendini beğendirme yarışı var.
Eskiden farklı mıydı? Değildi, başka saiklerden ötürü asker çatık kaşlarla “askeri” addettiği konuları yürütür ve istediği konuya “askeridir” der geçerdi. MİT, doğası gereği yaptığı işi gizlerdi ama en azından çatık kaşlı değildi, iletişime açıktı. Dışişleri, örnekse “Kürt” denildiğinde, “aman ağabey o topa hiç girilmez, tayinler…” der geçerdi.
Bu arada ABD Savunma Bakanı Mattis Çarşamba günü ülkemizi ziyaret ediyor. Umarım Gabriel sanarak, itip kakmaya kalkmazlar. Çünkü Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) olarak savaşı masa başında değil cephede yaşamış, çok okumuş, hâlâ okuyan ve düşünen, haydi bunları geçelim, ABD’nin Ortadoğu siyasetini oluşturan kişi o.
Tuhaf zamanlamayla (herhalde tesadüftür) Mattis, Amman’da Kral Abdullah tarafından kabul edildi. Hemen peşine Cumhurbaşkanı Erdoğan Amman’daydı. Şimdi Erdoğan ancak Ankara’ya yetişecek ki, Mattis’i Ankara’da kabul etsin.
Pekiyi Mattis’e, İran’la Irak ve Suriye’de askeri işbirliğini genişletip, derinleştirme kararı aldığımızı mı anlatacağız? Yahut bu işbirliğinin sadece PKK ve bağlantılı olduğunu söyleyegeldiğimiz PYD vb. unsurlara karşı olduğunu mu söyleyeceğiz ? RF’den S-400 hava savunma sistemleri almakta kararlı olduğumuzu mu vurgulayacağız ?
Çavuşoğlu, Suriye’de RF’nin bizi ABD’den iyi anladığını açıkladı. ABD ile RF arasındaki diplomatik gerilim, diplomatik olma boyutunu çoktan aştı. Ancak o arada ABD ile RF, Suriye konusunda işbirliklerini, eşgüdüm olmasa da çatışmadan kaçınmayı (“deconfliction”) sürdürdü. Fırat’ı sınır alan bir etki alanı uzlaşısına bile vardı.
ABD’nin omurgasını Kürtlerin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) desteği kalıcılaşarak ve artarak devam ediyor. İran’ı giderek yeniden hedef tahtasına koyuyor. Bizde, İslamcı iktidarından genelkurmayına ABD karşıtlığı müzmin ve derin. Prof. Dr. Hanioğlu’nun işaret ettiği gibi “öncelikleri değişik iki gücün bölgesel tasavvurlarının uyumlulaştırılması” şart.
Denizcilikte teknenin ön ucuna “baş”, arka ucuna “kıç” denir malum. “Başı, kıçı ayrı oynamak” sözü teknenin yalpalamasına dayanır. Düzgün dümen tutmakla ilgili. Hani Hintlilerin miydi, “gideceği limanı bilmeyen yelkenliye, hiçbir rüzgardan hayır gelmez” diye bir söz de vardır. Dış siyasette bu sakıncadan kaçınmak gerektiğini söylemek için bilmem hariciyeci eskisi olmaya gerek var mıdır?
Mesele şu ki Sayın Cumhurbaşkanı bir gün AKP Genel Başkanı şapkasıyla Alman Dışişleri Bakanı Gabriel’e haddini bildirir “senin yaşın kaç?” (58) diye sorarsa, ertesi gün Beştepe basamaklarına ne denli şatafatlı muhafızlar da dizilse, o bölgesinde sözü dinlenen Atatürk’vari muteber devlet adamı imgesini yakalamak olanaksız.
Son olarak, ufkumuzda 2019 Başkanlık Seçimleri olduğu sürece, özellikle bölgemizde atılan her adımı, verilen her tepkiyi o bağlamda değerlendirmeliyiz derim. Başta Irak Kürdistanı’nın 25 Eylül’deki bağımsızlık referandumu ve Suriye’de ABD destekli Kürt bölgesi olmak üzere. Diğer bir deyişle, içeride ve dışarıda Kürtlere yaklaşım değişmedikçe bölgesel dış siyasetten olumlu sonuç elde edemeyiz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.