Sanırım ben dine, dindarlarımızın en azından bir kısmından daha fazla önem atfediyorum.
Çocukların dini öğrenmesinde değil, dini öğrenmemesinde asıl tehlikenin yattığı kanaatindeyim.
Asıl “eksik dindarlığın” çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.
Marksizm’i bilmeyen solcu da, dinini bilmeyen dindar da beni hep korkutur, ikisi de büyük bir “kendini beğenmişliğe”, kendisine benzemeyeni küçümsemeye ve faşizme götürür insanı.
İster inançlı olun ister benim gibi bir inançsız, Allah’ın insan zihninde ve ruhunda yerleştiği yerin büyüklüğü, O’nun söylediklerinin hayattaki karşılığı, ahlakı, dürüstlüğü, vicdanı, adaleti insanlara anlatması ve insanlardan her şeyden önce bunları talep etmesi, ışığının hep buraları aydınlatması, gidilecek yol olarak bunları göstermesi, gösterişi günah kabul etmesi dinin önemini gösterir herkese.
İnançsız biri bu değerleri reddedebilir mi?
Bu konularda inançlı olanla olmayanın farkı, inançlıların bu yolda büyük bir kudretin desteğiyle yürüdüklerine inanmalarının onlara verdiği manevi güçtür.
Bu, bir toplum için önemlidir.
Dinin birinci basamağı Allah’la kul arasındaki ilişkidir benim için.
O basamak sağlam değilse ondan sonrakiler gitgide çürükleşir.
Allah’la kul arasındaki ilişkiyi belirleyen asıl soru da şudur bence, “Eğer hiçbir ceza olmasaydı gene de sadece Allah’ın rızasını kazanmak için onun yolunda yürür müydün, sadece seni yaradanı utandırmamak için O’nun sana öğrettiği ahlaka uyar mıydın?”
Bu soruya “evet” diyecek hiçbir dindar kendi çıkarı için yalan söyleyemez, buna “evet” diyen hiçbir dindar başkalarının acılarına arkasını dönemez, buna “evet” diyecek hiçbir dindar gösterişe sapamaz, tevazudan uzaklaşamaz, adaletsizlik karşısında sessiz kalamaz.
Bu kadarını bilebilmek için din âlimi olmaya gerek yok, bu kadarını ben bile biliyorum.
Dine göre Allah’tan öncesi yoktur, kâinatta ne varsa O’ndandır, kâinatta ne varsa O’nun yarattığıdır.
Eğer dindarlar çocuklarına dini her yönüyle öğretse, onlara “tasavvuftan” bahsetse, “her insanın” kıymeti, Allah’ın yeryüzüne kendi kudretinden yansıttığı “fanilerin” her birinin kutsal değeri o çocuklar tarafından bilinir, bu bilgiyle dindar olur, bu bilgiyle o “yolda” yürür.
İnancın temeli “korku” değil, kendisini yaradana duyulan büyük sevgi, minnet ve bağlılık olur.
İnsan sevdiğine kendini beğendirmek ister, din senin için bir “Allah sevgisi” olduğunda korktuğundan değil, sadece O’na kendini beğendirmek, O’nun yakınında durabilmek için O’nun söylediklerine uyarsın.
O vakit, “öz” senin için her türlü şekilden daha büyük önem kazanır.
Bu “sevgideki” samimiyet sana büyük bir güven verir.
O samimiyetin O’nun tarafından görüleceğini bilirsin.
En büyük korkun “samimiyetten” uzaklaşmak olur.
Bu samimiyetten uzaklaştığında O’nun sevgisini kaybedeceğinden korkarsın ki bence bir dindar için cehennemden daha büyük korku bu “sevgiyi” kaybetme korkusu olur.
Dindarlar “Allah korkusu” dediklerinde ben “cehennem korkusunu” anlamam, ben “O’nun sevgisini kaybetme korkusunu” anlarım.
Kendisini, kendini yaradana böyle yakın hisseden birinin davranışları nasıl olur peki?
Bu sevgisini “herkese” gösterip, herkese kanıtlamaya mı uğraşır yoksa bu “sevginin” O’nun tarafından görüleceğine duyduğu güven ve olgunlukla mı davranır?
Ben, “cevapları” bırakın sadece bu “sorularla” yetiştirilecek dindarların bile vicdandan, dürüstlükten, adaletten bir nebze sapamayacaklarına eminim.
Bu konuları konuşmayı seviyorum ben, ortada görünür hiçbir neden olmasaydı da bunları konuşmak isterdim, din âlimleri bana bilmediklerimi anlatsın isterdim.
Ama bütün bunları konuşmamızı gerektiren “nedenler” de var.
Bu nedenlerden en önemlisi bugün ülkemizde “dindarların” iktidara sahip olmaları.
Ayrıca “dindarlıklarının” görünmesine de beni şaşırtacak kadar çok önem veriyorlar.
“Görünmezi görene” inanan birinin “görünürlüğe” bu kadar önem vermesi de beni hep şaşırtıyor.
Bundan da önemlisi bana her an, her yerde “dindarlığını” göstermek isteyen, dindarlığını bir flama gibi yüzüme doğru sallayan insanların “inançlarının” gereğini gerçekten yapıp yapmadıkları.
Dindarlığını insanların gözüne bu kadar soktuğunda insanlar da “sen gerçekten dindar mısın” diye sorma hakkına sahip olur.
“Yoksa günahların en büyüğünü işleyip dini başka gerçekleri saklamak için mi kullanıyorsun?”
Bakın, dün dindarların on yıldır yönettiği bu ülkede genç insanlar, başbakanın önünde pankart açtıkları için “sekiz yıl” hapse mahkûm oldular.
Sadece pankart açmışlardı.
Bu ceza, vicdana, adalete, dürüstlüğe uygun mu?
Bir başkasına değil kendinize söyleyin, bu ceza sizin vicdanınızı hiç mi yaralamıyor?
Kürtajı yasaklamak isteyen, “doğmamış çocukların hayatlarını” önemseyen insanlar, “doğmuş” olanların hayatlarını bu kadar rahat mahvedebilir mi?
Samimiyete uygun mu bu davranış?
Çocuklarımıza dini gerçekten iyi öğretseydik, dindarlık gerçekten “Allah korkusuna” dayansaydı, dindarların yönettiği bir ülkede genç çocuklara bu ceza reva görüldüğünde bu ülkenin dindarları bunu sessizlikle mi karşılardı?
Diyelim ki benim bunu sormaya hakkım yok.
Ama sizin kendinize bunu sormaya hakkınız var.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.