İmralı görüşmeleriyle kamuoyuna yansıyan, kimi yönleriyle iktidar çevrelerinin ve bizzat Başbakan’ın konuşmalarında dışa vuran “milli öfke”, Milliyet gazetesinde yol açtığı birkaç çatı hasarıyla teskin edilmeye çalışılırken, Abdullah Öcalan’ın o görüşmede sarfettiği bazı dikenli sözleri gündeme getirmek istemezdim. Başka bir gazetede yazıyor olsaydım belki şimdilik sessiz kalmayı ve kaygılarımı daha özgür koşullarda tartışabileceğimiz günlere ertelemeyi düşünebilirdim.
Bugüne kadar yazılı basındaki birkaç endişeli serzeniş dışında kimsenin üzerinde durmak istemediği bu sözlerin Abdullah Öcalan’ın izlediğinden emin olduğum bu gazetede yer almasının doğru olacağını düşünüyorum. Hemen belirtmeliyim ki Milliyet gazetesinde yayımlanan bu sözler, aynen böyle mi söylenmiştir bilmiyoruz. Ama konuşmanın değişik bölümlerinde dile getirilen görüşler arasında düşünsel bir bütünlük olduğunu, yer yer bugüne kadar devlet ağzından çokça dinlediğimiz resmi ideolojinin, yer yer de AKP’nin “milliyetçi-muhafazakâr zihin dünyasının” izlerini taşıdığını ve bunların, demokratik özgürlükçü sol kamuoyunda daha uzun süre tartışmalara yol açacağını söyleyebiliriz.
Ben burada sözü, kendisinden izin alarak, Kürt özgürlük hareketinin dostu birçok kişinin bu konudaki ortak kaygılarını en ölçülü ve dikkatli bir üslupla dile getiren Foti Benlisoy’a bırakıyorum (www.solplatform.info, 28 Şubat 2013):
“Abdullah Öcalan’ın İmralı’da Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan’la yaptığı, bir MİT yetkilisinin de hazır bulunduğu görüşmenin tutanakları bugün yayınlandı. Bu tutanakların gerçek olup olmadığı elbette ancak ilgililerin teyid edebileceği bir husus. Dahası görüşme tutanaklarının, aradaki kimi anlam kopuklukları nedeniyle eksik olduğu da anlaşılıyor. Dolayısıyla tutanakların yayınlanan bölümünden aceleci siyasal sonuçlar çıkartmamak gerek aslında.
Ancak görüşmenin (eğer tutanaklar doğruysa) bir bölümünde Öcalan’ın kullandığı bazı ifadeler oldukça (en hafif deyimle) sorunlu. Şöyle diyor (tutanağa göre) Öcalan: “Anadolu İslamlaştıktan sonra, bin yıllık bir Hıristiyanlık öfkesi var. Rum, Ermeni, Yahudi, Anadolu’da hak iddia eder. Laiklik, milliyetçilik kisvesinde elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar. Aslında Sırrı Sakık’ın kafkaslardan geldiler sözü doğruydu ama açıklayamadı. Kürtler kendilerine yer arıyorlar. Kürtlerin devletten dışlanmaları son yüzyıldır. Abdülhamit bile onlara yer verdi. Mustafa Kemal de başta yer verdi. Devreye giren İsrail lobisi, Ermeni ve Rumlar, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ diyorlar. Bu paralel devlettir. Bin yıllık bir gelenektir. Türklerin karşısına ne kadar Kürt çıkarırsak, o kadar Türk koparırız. Kürtlerle Türkler karşı karşıya gelirse, taviz alırız diyorlar. Türk Kürdü ezmeli, Kürt Türkü vurmalı.’ Öcalan görüşmelerin (tutanağa göre) başka yerlerinde de ‘Ermeni lobisi etkili. 2015’le gündem olmak istiyorlar’ ya da ‘ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her üçü de Anadolu çıkışlıdır’ gibi ifadeler kullanıyor.
Kesinliğini bilmediğimiz bir görüşme tutanağında geçen bu ifadeleri büyüteç ve cımbız vasıtasıyla ‘deşmek’, öyle uzun uzadıya ele almak belki doğru değil. Bu tutanakların yayımlanması devlet kaynaklı bir (Türkiye’de nedense herkesin sevdiği o ifadeyle) ‘psikolojik harp harekâtı’ da olabilir pekâlâ. Zaten oldukça çetrefilli bir süreçte olduğumuz malum. Ancak lütfen bir endişeyi daha ifade etmeye izin verilsin: Kürt meselesinin çözümü, yani eşitlik temelinde bir barış, gayrimüslimlerin ötekileştirilmesi, yeniden bir ortak düşman olarak kodlanmasıyla mümkün olabilir mi gerçekten? AKP’lilere, ortalama milliyetçi-muhafazakâr zihin dünyasına yakın gelecek bu argümanların (yani gayrimüslimlerin bir Türk-Kürt yakınlaşmasını baltaladığı, gayrimüslim ‘lobilerinin’ derin devlet olduğu) kullanılmasıyla adil bir barış söz konusu olabilir mi? Kürt hareketi ve bizzat Öcalan malum çevrelerin diline pelesenk ettiği ‘Ermenilik’, ‘lobilerin aracı olmak’ gibi çirkin-mesnetsiz saldırıların yıllarca nesnesi olmuşken bu dili yeniden üretmek doğru mu? Barış, Abdülhamid’in ‘İslam anasırının birliğini’ andıran bu imaların işaret ettiği zeminde gerçekleşebilir mi, gerçekleşirse sağlam bir temeli olur mu? Türklerle Kürtler arasında samimi ve adil bir barış için gayrimüslimlerin bir kez daha ve illa düşmanlaştırılması mı gerekiyor?
Bu satırlar lütfen bir eleştiri, polemik ya da yergi olarak değil, eşitlik temelinde adil bir barışa inanan birinin gerçekten samimi kaygıları olarak okunsun.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.