Mardin'in Midyat ilçesinde 2008 yılında kadastro çalışmaları yapılırken, üç köy muhtarı Mor Gabriel Manastırı'nın köylülere ait 276 dönümü işgal ettiğini savunarak Hazine'ye başvurmuş. Bunun üzerine Hazine, 276 dönüm arazinin Hazine'ye tescil edilmesi için Midyat Kadastro Mahkemesi'nde 'tapu tescili' davası açmış. Hazine dava dilekçesinde, "arazilerin taşlık ve kayalık alanlar olduğunu, tarıma elverişli olmadığını, bu nedenle devletin tasarrufu altında bulunduğunu" belirtmiş. (Radikal, "Manastırın o 'kayıp' belgeleri, 10.07.2012)
Kalın harflerle yazdım çünkü devletin (malum "devlette devamlılık esastır") Osmanlı nüfusunun önemli bir kısmını, Midyat nüfusununsa çoğunluğunu oluşturan Süryanileri ana vatanlarından zorla kovduğu, mallarına el koyduğu yetmemiş anlaşılan. Şimdi de geriye 20.000 kişi kalan bir halkın en kutsal saydığı ibadethaneye göz dikilmiş. Mor Gabriel Manastırı'nın, Süryaniler için manevî değeri yapılanın zulüm olduğunu tasdike kafî gelmiyorsa, adaletsizliği hukukun o soğuk diliyle de anlatmak mümkün:
Mahkemede manastırı savunanlar, 1937 yılından bu yana araziye ilişkin vergilerin ödendiğine dikkat çekerek, vergi kayıtlarını ve vakıf beyannamesini sunup, söz konusu arazinin "kadimden beri manastırın malı" olduğunu söylemiş. Yargılama sırasında dinlenen yerel bilirkişiler de arazileri kilisenin malı olarak bildiklerini anlatmış.
Yerel mahkeme de Vakıflar Genel Müdürlüğü kayıtlarını inceleyerek, Hazine'nin açtığı tapu tescil davasını reddetmiş. Hatta gerekçeli kararda şöyle denmişr: "Dava konusu 276 dönüm de dahil, kilisenin tüm arazilerinin kadimden beri kilisenin mülkiyetinde olduğu, yasal olarak 1936'dan önce arazilerin beyannamesini sunduğu, 1937'den sonra da düzenli olarak vergilerini verdiği belirlenmiştir."
Ardından Hazine kararı temyiz ettirmiş. Başvuruyu değerlendiren Yargıtay 20. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını bozarken şu gerekçeyi ileri sürmüş:
1) 1937'den beri vergilerin ödendiği iddia edilmektedir, oysa taşınmazlarla ilgili hiçbir vergi kaydı ibraz edilmemiştir.
2) 1936 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirim yapıldığı iddia edilmektedir, oysa bununla ilgili evrak ibraz edilmemiştir.
Karar, her türlü hukuk ve adalet mefhumuyla çeliştiğinden olsa gerek, Yargıtay esrarengiz biçimde 'kaybolan' bazı belgelere referans verebilmiş.
Hâlbuki manastır yetkilileri, daha davanın başladığı 2009 yılında vergi kayıtlarını ibraz etmişler.Bu yüzden Yargıtay'a karar düzeltme talebinde bulunmuşlar. Yargıtay 20. Daire'nin 'yok' dediği iki belgeyi de talebe ek olarak dosyaya koymayı ihmal etmemişler.
Yargıtay 20. Dairesiyse, dosyadan 'kaybolan' belgeler tekrar ibraz edilmesine rağmen kararında ısrar ederek "Dairemiz kararı bu konulara cevap teşkil edecek nitelikte olduğu gibi, usul ve yasaya da uygundur" buyurdu. Yerel mahkemenin direnme kararı nedeniyle dava dosyası Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na geldi. Kurul, 13 Haziran günü yaptığı toplantıda yerel mahkemenin kararını oybirliğiyle bozdu. Yani Süryaniler, nasıl kaybolduğu bir türlü anlaşılamayan birkaç belge sebebiyle (ki aynısını tekrar mahkemeye sunmuş olmalarına rağmen) bin yıllardır kendilerine ait olan bir mekânı kaybedecekler.
Devletin, vatandaşının dinî/ manevî hayatını bile nasıl umarsızca ve hukuksuzca ihlal edebileceğinin hikâyesidir bu sevgili okur. Üstelik tüm bunlar senin ülkende, CHP'nin camilere el koyma politikasının lanetlendiği bir dönemde olmuştur. İsrail'in Mescidi Aksa'ya reva gördüklerini okudukça içinde hissettiğin burukluğu hatırlayıp, "Süryaniler'in Kudüs'ü"ne yapılanlara karşı çıkmak istersen bir imza da sen verebilirsin: http://www.beraberbuyudukbuulkede.com/
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.