Devletin özü egemenliktir. Devletin fertteki ve toplu(m)daki tezahürü ise farklıdır. Fertteki devlete özgürlük diyoruz. Özgürlük insanın kendi’si olmasıdır. Kendi’nin egemenliğidir devlet. Fertteki devlet kendisinden kopacak kadar insandan uzağa gidemediği için ihanet edemez. Hatta sahibi olan ferde dönüp bakabilecek kadar kendisinden uzaklaşmadığı için, fert kendisindeki devletin farkında bile değildir. Teb’ası olmayan kral sadece özgürdür. İradenin dışında bir başka iradenin tasarrufu yoksa orada iradenin kendisi görünmezleşir. Devletin en şeffaf hâli, sahibinin üzerinde özgürlük olarak tecrübe edilen hâldir. Bu, mülkün kesintisiz ve mesafesiz tasarruf hâlidir. Henüz özgürlüğün temeli olan irade, bir muhataba tesadüf etmemiştir. Özgürlük ‘kendi’nin takdiridir. Bir bütün olan ferdin özgürlüğünde irade ile kader birdir ya da iradenin kendisi kaderdir.
Fakat insanın bu “vahşet” lüksü her taraftan “medeniyet”in saldırısı altındadır. Medeniyetin bu saldırısı hem içeriden (yani insanın doğası, muhtaçlığı itibariyle) hem de hariçten (diğer insanların mevcudiyeti itibariyle) sözkonusudur. Özgürlük’ün “durum”u tarif için yeterli sayılmayıp devlet diye bir şeye ihtiyaç duyulmasının sebebi de budur. İnsan tek başına olmadığı, olamadığı için insanın özgürlüğü dolaysız kalamıyor ve bu hâliyle insanın özgürlüğü devlet suretinde insanın uzağına düşüyor. Bir türün veya toplumun parçası olan insan artık fert değil parçadır ve parça için özgürlük diğer parçaların iradesiyle buluşma, boğuşma ve örtüşmeyi gerektirir. Burada iradenin karşısına başka irade(ler)in çıkması kaderi mümkün kılmıştır. İradenin ‘talih’e ihtiyacı ve imkânı, kaderin doğmasıyla yani tarihin birden fazla kaynakça yazılıyor olmasıyla ortaya çıkmıştır.
Yani devlet insanın tekbaşına olmayacak şekilde yaratılmış olmasının sebep olduğu bir özgürlük gecikmesidir (evet, anarşistler sabırsızdır). Yahut yaban hâldeki vahşi insanın fert hâlinde elinde olan özgürlük; insan, ötekiyle temas edip medeni olunca, insanın elinin altında olmaktan çıkıyor. İnsanın özgürlüğünün insandan bir öteki insan mesafesi kadar uzağa düşmesidir devlet denen muteber nesneyi doğuran. İnsanın kaybettiği yahut ötelenmiş bu malıyla arasındaki mesafeyi kapatırken “ulaşma” duygusu yaşaması, bu kaybedilen şeyi bir nesne olarak nazara göstermiştir.
Özgürken senden neşet eden ve muhatabı olmadığın “hüküm” başka insanlar aynasında ve potasında sana/insana bir hüküm olarak geri dönüyor. Bu hükümle karşıla(ş)ma ‘hâl’ine ister Batı’dakiler gibi state deyin, ister bu hükmün ele geçme bahtiyarlığına Doğu’dakiler gibi (“talih” manasında) devlet deyin, devleti mümkün kılan şey insanın özgürlüğünün diğer insanlara uğrama mecburiyetidir. İradenin elindeyken şans ve talihe muhtaç olmayan hüküm, şimdi kaderin sisli bulvarından geçip gelmek zorundadır. İstibdatta yolda başına bir şey gelir. Demokraside hüküm dolaşır, sahibine döner, onu bahtiyar eder.
Özetle insanın özgürlüğünün diğer insanların içinden geçmiş ve insanın kendi’sine gecikmiş hâline devlet diyoruz. Bu özgürlük diğer insanların arasından geçerken çalınır veya çarpıtılırsa neticede çıkan şeyin adı istibdattır. Demokraside ise bütün olma süreci yaşayan parçaların her birinin ferdiyeti muhafaza edildiğinden, ferdin tek başına egemenliği olan özgürlük ile devlet aynı kapıya çıkar. İnsanın kendi’sinin kendi’sine hükmettiği devlete demokrasi, bu devletin insandaki tezahürüne de özgürlük diyoruz.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.