Muhafazakâr yorumcuların özellikle devletten anlayış dilendiği Kemalist dönem boyunca ağzından düşürmediği bir söz var: “Devlet millet barışması.”
Bu ifadeyi kullananlar barıştırdıkları iki tarafa bir şey fısıldarlar. Önce devlete: “Hey devlet, bak senin kendi halkınla barışık olman lazım. Yoksa zayıf düşersin. Bak, bu çağrılarla milleti sana asker yazıyoruz. Takdir edersiniz ki takdir etmelisiniz.”
Millete ise “Necip millet, bu barışma bir gün tamam olursa devleti ele geçiririz, bizim olur. Şimdi bizi dövse bile bu devlet bizim devletimizdir. Sabredip gayret edelim, bir gün dizginleri milletin temiz evlatlarının eline geçecektir.”
Dindarın devlete şekva veya tavsiye makamında bu barışmadan bahsettiğini görüyoruz. Daha nadir de olsa, demokrasinin derinleşmesi bağlamında ya da Kürtler gibi gürültü yapan yaramazlara devletin müsamaha göstermesini veya küçük rüşvetlerle teskin etmesini isteme bağlamında da kullanılıyor.
Peki devlet-millet barışması iyi bir şey değil mi? Bu tabir demokratik ortamlara (orda değilsek, o zaman demokratik teamüllere) aykırı bir tabirdir. İstibdad ortamının kavramıdır.
Devlet millet barışması, barışsalar bile devletin bir taraf olduğunu varsayıyor. Hâlbuki devlet, millete muhatap olacak bir taraf değildir. Devlet, milletin aletidir. Dünyanın neresinde bir efendi, hizmetçisi ile barışır? Hatta bu örnekte hizmetçi insan olduğu için insaniyet itibariyle efendi ve hizmetçi eşit olacakları için aralarında gücenme veya barışma olabilir. Ama hizmetçilik ve amir/memur ilişkisi noktasında bakarsak ikisi arasında eşitlik olmadığı gibi barışma da sözkonusu olamaz.
Bu barışma dilinin yanlışlığını görmek için hizmetçinin bir robot olduğunu düşünün, ne kadar safça olduğunu görürsünüz: Cep telefonumla barıştım, dizüstümle kucaklaştım, arabamla bozuştuk... Her ne kadar zamane cihazları kullanıcısıyla sohbet etmeye, bir nevi muhatap olmaya çalışsa da, kullanıcı bilir ki o bir muhatap değil, bir komut-alıcı hizmetçidir.
“Görevini yapmayan valiye veya belediye başkanına terlik fırlatan vatandaş bayram vesilesiyle vali ile barıştı” dense bunun bir anlamı olur. Ama devlet milletle kucaklaştı yahut devlet Kürtlere şefkat elini uzatsın gibi söylemler, devleti milletin üstünde tutan ve baskıcı rejimin gayrimeşru hiyerarşisini devam ettiren bir dilin ifadeleridir.
Bir yerde devlet millete tenezzül ediyorsa orada demokrasi yoktur. Bir memlekette millet, devleti kullanan sahip ve amir olarak görülüyorsa orada demokrasi vardır. Devlet büyüklerine saygı, bir lokantadaki garsonun sorusuna nezaketle cevap verme adabından öteye geçemez, geçmemeli. Milletvekili bile milletin kendisi değil vekilidir. Nerede kaldı devletin memur bürokratı, tenezzül ile girdiği vatandaşın evine postalın üstüne galoş giyerek girecek ve bundan dolayı muhafazakâr medya bayram edecek. Ya da Yüksekova’da birkaç devlet memuru, kendi amiri olan halkın bayramını kutlamaya gidecek ve muhafazakâr medya bunu “devlet halkla kucaklaştı” diye verecek. Demek daha halkın halkla kucaklaşmasına varmak için gidecek yolumuz var. Ne zamanki halkla kucaklaşmak için araya giren devlet, halk(lar)ın arasından çekilir, o zaman millet- millet barışması tahakkuk eder. O zamana kadar yapılması gereken şey hâlâ çıkıntılık yapan devleti şirinlikleri için tebrik değil, görevini yapması için terbiye etmektir. Çünkü demokrasi, vatandaşın devlete haddini bildirdiği rejimin adıdır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.