Çatışma derinleşerek devam ediyor. Tarafları, içeriği ve araçları itibariyle Türk siyasi hayatı bu tür bir çatışmayı ender görmüştür.
Yaşanan ne sadece yolsuzluk iddiaları ve etrafındaki tartışmalardan, ne de sadece eski ortakların kavgasının yol açtığı ağır sarsıntıdan ibarettir.
Geldiğimiz aşamada çatışma bir 'devlet krizi' biçimini almıştır.
Cemaatin siyasi eylemlerini emniyet ve yargıdaki unsurlar ve onların imkanlarıyla sürdürmesi, buna karşılık siyasi iktidarın aldığı, zaman zaman hukuk sınırlarını zorlayan engelleyici önlemler, görevden alma ve atamalar bu 'kriz'i her geçen gün daha kesif hale getiriyor. Bir savcının yeni bir soruşturma kapsamında verdiği gözaltı talimatına emniyetin direnmesi, duruma valiliğin müdahil olması, ilgili dosyanın bu savcının elinden alınması, öte yandan söz konusu savcının (Muammer Akkaş'ın) özel yetkililer grubundan olup, cemaat dokusuyla temas içinde bir isim olması, gizli ve kapalı çalışmaları ve niyetiyle ilgili ciddi kuşkuların bulunması gelinen noktaya dair yeni bir göstergedir.
Tüm bunlar yolsuzluk, usülsüzlük ve bunlara yönelik iddialar 'zemini'nde yaşanıyor.
'Yolsuzluk zemini' önemli yanıyla çatışmalarda ve 'krizde ciddi araçtır'...
Öte yanıyla bir zemin olma ötesinde siyasi bir durumdur. Açılması ve yüzleşilmesi gereken bir pakettir.
Çatışma ve yolsuzluk iddialarının bu denli iç içe girmesi, kah çatışma halinin kah yolsuzluk iddialarının diğerini araçsallaştırmasına yol açıyor. Bu durum yaşanan siyasi krizi ve devlet krizini körüklüyor, kamuoyu açısından algıda cepheleşme, cepheleşmeden hareketle siyasallaşma üretiyor.
Belki kaotik ama durum bu…
Bu tablo yaşanan krizin her boyutuna ayrı önem vermeyi, ancak aynı zamanda tüm boyutları birlikte düşünmeyi gerektiriyor.
Bütün olarak ele alınca kanaatim yaşanan gelişmelerle pekişiyor:
Hükümet-cemaat kavgası krizi anlamak için esastır.
Cemaat, elindeki yolsuzluk malzemesini (içi boş ya da dolu) kendi stratejisi etrafında kullanıyor, esen rüzgarı olduğundan güçlü hale getirmeye çalışıyor. Hükümeti, özellikle Erdoğan'ı yıpratmak, mümkünse devirmek için farklı soruşturmaların tek operasyona indirgemesiyle, basına sızdırılan seçme delillerle, uygunsuz kasetlerin yayınıyla yürütülen 'planlı hamle'yi görmemek mümkün değildir.
Sonuç olarak Türkiye alışık olmadığı tarz ve yöntemlerle, üstelik siyasi alanda değil devlet alanında, şeffaf olmayan bir aktör üzerinden ağır bir çatışma yaşıyor.
Bu çatışma nasıl seyreder?
Asıl soru budur…
Önce taraflara bakalım…
Başbakan stratejisini netleştirdi:
1. Partisine yönelik iddiaları ve oluşan olumsuz imajı bozmak için hakkında soruşturma olan bakanların istifasını sağladı. 2. Buna karşın bu soruşturmaları tezgah ve kalkışma olarak yorumladı. 3. Bu çerçevede ilk faturayı cemaate çıkardı, cemaati devlet içinde yuvalanmış bir çete olarak tanımladı ve devlet içini temizleyeceklerini söyledi. 4. Kalkışmanın dış boyutu olduğunu vurgulayarak, cemaati bazı güçlerin taşeronu olmakla suçladı ve bu çerçevede asıl hedefin AK Parti değil, Türkiye olduğunu iddia etti.
AK Parti'nin kimi bakanları şaibeyi üzerinden atmak için bir tür açığa alması ve 'Türkiye'ye yönelik komplo' çıkışı, kamuoyunu bu çerçevede 'istiklal mücadelesi' vurgusuyla yeni bir 'seferberliğe' daveti, krizle ve devlet içi ayrışmayla baş etme politikasının temel ayaklarını oluşturuyor
Buna karşılık cemaati hafife almamak ve yeni hamlelerini beklemek gerekiyor. Fethullah Gülen'in bir ana muhalefet partisi başkanı gibi başbakanla sürekli atışması, çatışmayı körüklemesi, devlet içindeki yandaşlarına açık bir şekilde sahip çıkması, açık siyasete soyunması da başka bir siyasi seferberliğe işaret ediyor. Cemaatin ana stratejisi AK Parti'yi ve Erdoğan ailesini yolsuzluk ve terör gruplarıyla ilişki iddiası üzerinden vurmak gibi görünüyor….
Çatışma nasıl seyredecek sorusuna verilecek yanıt, tarafların tavrı ve genel stratejilerinden ibaret değil, atacakları adımlarla hukuk devleti düzenini ne kadar zorlayabilecekleriyle de ilgili.
Hükümetin Adli Kolluk yasasında yaptığı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin sınırlarını zorlayan değişiklik buna örnektir. Savcıların katalog suçlarla ilgili soruşturmalarda mülki amirleri bilgilendirme zorunluluğu, AK Parti'nin siyaseten gerekli gördüğü, ancak demokrasiyi ciddi olarak yaralayan da bir hamledir. Buna benzer adımlar yeni yasa değişiklikleri ve idari tasarruflar şeklinde karşımıza çıkarsa, bu devlet krizi yeni bir demokrasi sorununa dönüşebilir.
Bu çerçevede sözünü ettiğimiz sadece AK Parti değildir. Cemaatin devlet içindeki yeminli aktörleri ellerindeki devlet yetkisini cemaat stratejisi etrafında kullanmaya devam ettikçe, bu yaygınlaştıkça, siyasi iktidar bu çerçevede yara aldıkça, az akıllı CHP tipi siyasi partiler ve olup biteni tribünden seyretmeyi, AK Parti'ye vurarak cemaati okşamayı tercih edenler bu durumu meşrulaştırdıkça, demokrasi sorunu daha da büyür.
Endişemiz budur…
Not: Bu yazımı iki yıl önce cemaate yönelik analizlerim sırasında beni fitnecilikle, tasfiyecilikle ve İslam bahçesindeki ayrık otu olmakla suçlayan Ahmet Taşgetiren'e ithaf ediyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.