Başbakan'ın 1936-38 arasında yaşanan ve bir katliamla sonuçlanan Dersim olayları ile ilgili özür dilemesi, çoğunlukla dar bir siyasî perspektiften ele alındı ve CHP'yi zora sokan fırsatçılığı vurgulandı. Ne var ki muhalefetin siyasî aczinin bedelini hükümete ödetmek pek anlamlı değil.
Ayrıca Türkiye'deki Sünni/Alevi karşıtlığının geçmişini bilenler için, Erdoğan'ın bu çıkışının hiç de kolay olmadığını idrak etmek de zor değil. Mesele AKP'nin son dönemde bir 'yeniden inşa' sürecinin psikolojik altyapısını oluşturmaya çalışması ve Dersim'i de bunun tetikleyicilerinden biri olarak kullanmasıdır.
Aslında belki de hükümet söz konusu altyapıyı oluşturma imkânının Kürt meselesinde doğacağını beklemekteydi. Başbakan'ın 2005 Diyarbakır konuşmasıyla başlayan süreçte, Kürtlerin varlığının ve haklarının tanınmasının ötesine geçilerek devletin sorumluluğu açıkça vurgulandı ve iş, PKK ile müzakere noktasına kadar gitti. Böyle bir arkaplanın varlığında Cumhuriyet rejiminin aksak yönlerinin öne çıkarılması ve rejimi yeniden inşaya imkân veren bir psikolojik ortamın yaratılması çok daha kolay gözüküyordu. Ne var ki Kürt meselesinin 'kullanımını' engelleyen bazı faktörler de vardı: Öncelikle PKK'nın şiddet uygulamayı sürdürmesi ve bu şiddeti bizzat Kürtlere de yöneltmekten çekinmemesi devletin geçmişte yaptığı zulmü perdelemekteydi. İkincisi, Kürt meselesi üzerinden giden tartışmalar ister istemez bir siyasî risk içermekteydi, çünkü AKP seçmeni olan Kürtlerin nasıl etkileneceği belli değildi ve onların da tartışmaya girmesi hükümet açısından istenilir bir durum oluşturmuyordu. Nihayet Kürt meselesinin geçmişindeki 1925 ve 1930 isyanları devletin antidemokratik niteliği için bir gerekçe oluşturabilir ve tek parti rejiminin sergilenmesinde sıkıntı yaratabilirdi.
Oysa Alevi meselesinde bu olumsuz unsurların hiçbiri bulunmuyor. Ortada bırakın silah kullanmayı, konsolide olmuş bir direnç hareketi bile yok. AKP seçmeninin içindeki Alevi oyu son derece az ve tartışmanın seyri içinde muhtemel kayıpların çapı çok ufak. Ayrıca karşımızda yüzyıllardır isyan etmeyen ve Cumhuriyet rejimini coşkuyla karşılayan bir cemaat var... Dolayısıyla Türkiye'deki tek parti döneminin gerçek yüzünü çıplak bir biçimde sergilemek açısından Alevi konusu son derece uygun. Üstelik CHP'nin geniş bir Alevi tabanının ve Kılıçdaroğlu gibi Dersimli bir liderinin olması da, söz konusu tartışmanın muhalefet partisini içeriden çökertme ihtimalini yükseltiyor.
Bu etkenler muhtemelen Başbakan'ı Alevi meselesinin eteğinde tutmaktaydı ve fırsat çıktığında da kullanmaktan geri durmadı. Dar kapsamlı bir siyasî analiz, Erdoğan'ın CHP'yi ulusalcılara doğru ittiğini, yani demokratikleşme yolunda yalnız kalmak istediğini söyleyecektir. Ancak bu olaya daha geniş baktığımızda ve devamının da gelebileceğini düşündüğümüzde, AKP'nin önümüzdeki anayasa yapım sürecinde psikolojik üstünlüğü ele geçirmek üzere davrandığını öne sürebiliriz. Çünkü eldeki anayasanın olabildiğince korunmasından yana olanların tek dayanağı Mustafa Kemal ve Cumhuriyet fikrinden ibaret. Eğer bu iki referansın demokrasi açısından ne denli aksak yönlere sahip olduğu sergilenebilir ve kamuoyuna mal edilebilirse, anayasa tartışmalarında örneğin 'değiştirilemez maddeler' konusu da çok daha rahatlamış bir psikolojik ortamda ele alınabilir.
Ama Dersim'in anlamı bununla da sınırlı gözükmüyor... AKP hükümeti Cumhuriyet'i ve Mustafa Kemal'i gerçekçi bir tarihî zemine oturturken, bu yüzleşme sayesinde iki uzun vadeli hedefin peşinde gibi... Bunlardan biri, bizzat yüzleşmenin açtığı yoldan yürümenin kaçınılmaz olacağının bilincinde olarak, her konuda bir tür helalleşmenin aranmasıdır. İktidarın niyeti kapsamlı bir tanıma ve özür dileme noktasına gelmekten ziyade, geçmişi toplumun hafızasına kazandıracak ve her cemaatin duyarlılığını dikkate alacak bir içselleşme, bir 'huzur ortamı' üretmekten ibaret. Ancak bu 'huzur ortamı' bir yeni başlangıcın, Erdoğan'ın tabiriyle 'ileri' demokrasinin inşa edilmesi için gerekli olan bir psikolojik zemin.
İkinci uzun vadeli hedef ise Cumhuriyet'le olan yüzleşme sayesinde resmî tarihi geriye doğru esnetmek ve Türkiye'nin demokratik geleneğini Osmanlı döneminin içine oturtmak. Bu yaklaşım, Sünni dindarları 'modernleşememiş bir kitle' olarak tanımlayan Kemalizm'in aksine, aynı dindarları modernleşmenin taşıyıcıları olarak sunuyor ve günümüzde de demokratik yenileşme misyonunun onlara düştüğünü vurguluyor.
Kısacası, Dersim özrünün sadece parti çekişmesine hizmet eden bir anlamı yok... Çok daha geniş olarak, Cumhuriyet'in demokratikleşmesi yolunda AKP'yi tarihsel ve ideolojik açıdan meşrulaştırma, hatta tek meşru aktör kılma işlevi var...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.