Bölgemizde Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı savaşların daha uzun yıllar devam edeceğinin görüldüğü, Kürtlerin bölge siyaset denkleminin önemli bir aktörü haline dönüştüğü, Kuzey Kürdistan’da da Kürt meselesinde siyasal statüye dayalı çözümün kendini tüm yakıcılığıyla dayattığı, iç ve bölgesel gelişmelerin etkisiyle iç siyasetin gerilmeye başladığı süreçte AKP hükümeti yeni bir “Alevi açılımı” geliştiriyor. Mesele açık muhtemel yeni bir iç siyasal kalkışmada Kürt dinamiği ile Alevi toplumu dinamiğinin örtüşmesini engellemek istiyor ki bu yeni de değildir. Üstelik tam da Seyit Rıza ile dava arkadaşlarının idam yıl dönümleri arifesinde yeni “Alevi açılımı” gündeme taşındı. Alevilik özelde de Kürt Kızılbaşları meselesi bu yazının konusu değil ama bu vesileyle burada Dersim soykırımı ve Kemalizm ilişkisi üzerinde duracağız.
17 Kasım, Seyit Rıza ve yedi yol arkadaşının idam yıldönümü. Bundan 77 yıl önce Rıza ve arkadaşları Elazığ Buğday Pazarında idam edildiler.
Kemalist rejim, idam edebilmek için Seyit Rıza’nın yüksek olan yaşını kâğıt üzerinde düşürürken, çocuk yaştaki oğlunun yaşını ise büyütür. Tek başına bu uygulama bile rejimin ırkçı, şoven niteliğini göstermeye yetebilir! Cumhuriyet rejimi, şoven tutumun ötesinde Kürt Kızılbaş halkına öylesine kin ve intikam duygularıyla davranmış ki, idam için yaşlı olan Rıza’yı ve yaşı küçük olan oğlunu bizzat kendi yasalarını çiğneyerek idam eder. Niye, acelesi nedir, neden korkuyor?
Seyit Rıza 11 Eylül 1937’de teslim olur,17 Kasım 1937’de ise idam edilir. İki aylık gibi kısa bir zaman diliminde neden idam edilir? M. Kemal ve ekibi Dersim halkını, ortada bir ayaklanma ve isyan yokken neden soykırıma uğrattı? Manevi kızı Ermeni asıllı olan Sabiha Gökçen’in de içinde olduğu hava kuvvetleri Dersim Halkını bombardımana tutarken M. Kemal ve İnönü’nün haberi yok muydu?
Aleviler özelde de Kürt Kızılbaşları, çok partili sisteme geçişin ilk yılları kısmen hariç tutulursa, Cumhuriyet tarihi boyunca, katliam ve sürgünlerle varlıklarını ortadan kaldırmaya çalışan Kemalist rejimi ve İnönü’nün CHP’sini neden desteklediler destekliyorlar? Başka bir ifadeyle, genelde Alevi toplumu özelde Kürt Kızılbaşları dini inanç ve etnik olarak kendilerinin ret ve inkârı üzerine kurulmuş olan mezhepçi ve ırkçı niteliğine rağmen neden Cumhuriyet rejiminin ateşli savunucuları oluyorlar? Sorular, sorular!
M. Kemal’in kurucu başkanı olduğu devletin resmi dini varken; bu din Diyanet Başkanlığı ile devlette temsil edilirken; öyle ki Sünni Hanefi mezhebi dışında gerek İslam içi gerekse İslam dışı hiçbir dini inanca Diyanet’te yer verilmezken; yanı Cumhuriyet tüm inanç gruplarına eşit mesafede duran laik bir rejim değilken; Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet rejiminde de Aleviler özelde Kürt Kızılbaşları Dersim, Malatya, Maraş, Çorum ve Sivas’ta soykırım ve katliamlara uğratılırken; hem Sünni Hanefi inancın gereği hem de rejimin egemen siyasetinin de etkisiyle Sünni halk çoğunluğunda “Kızılbaşların eli sıkılmaz, yemeği yenilmez, kız alınıp verilmez” zihniyeti hâkimken; M. Kemal iktidarda olduğu yıllarda, bütün bu icraat ve uygulamaların merkezinde olup “tek adam” olarak bunlardan birinci dereden sorumlu iken… Aleviler özelde de Kürt Kızılbaşları, neden hala ağırlıkla Kemalist ve neden hala her alanda tekçi siyaset ve pratiğin temsilcisi CHP’li?
Bu soruların kestirmeden yanıtı yok yani bir iki kısa makalenin sınırları içinde izahının yapılabilmesi zordur. Dolaysıyla biz burada sadece soruna dikkat çekmek istiyoruz. Ayrıca Sünni Başbakan Erdoğan birden fazla iç siyaset hesabıyla dün “Devlet Dersim’de katliam yaptı, gerekirse özür dileriz, diliyorum” demişken; Kürt ve Kızılbaş kökenli CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise tersine etnik kökenini inkar ettiği ve önemlisi Dersim Soykırımı’nin üstündeki şalın devamından yana bir siyaset izlediği gerçeği ortadayken, yukarıdaki soruların yanıtı daha da önem kazanıyor!
Alper Görmüş “Aleviler işte bu nedenle ‘Kemalist…” başlıklı yazısında;
“Duymuşsunuzdur, Alevilerin Kemalizm’den bir türlü vazgeçmemesini ‘akıl dışı’ bulan ve durumu bu ‘sendrom’la açıklamaya çalışan bir moda türedi son yıllarda. Aslında büyük insan topluluklarının istikrarlı politik tercihlerini ‘akıl dışı’ diye nitelemek çok tehlikeli bir pozisyondur.
Bana sorarsanız, Alevilerin ‘Kemalistliğini’ ve ‘devletçiliğini’, Sivas Katliamı gibi daha taptaze bir olayla ilgili olarak bile yukarıda aktardığım gibi konuşan Sünni başbakanların, yukarıda aktardığım gibi yazan Sünni aydınların tavırlarında aramak daha doğru olur.
Bence Aleviler, devletten de korkuyorlar toplumda da (Hâkim Sünni kesiminden) korkuyorlar; fakat muhtemelen daha ‘kuralsız’ buldukları toplumdan daha çok korkuyorlar.
Stockholm sendromu gibi fantezilere başvurmak yerine buralara baksak daha doğru olmaz mı?” diyor.
Denilebilir ki burada tüm yaşananlara rağmen Alevi toplumu halen ağırlıkla Kemalist devleti ve CHP’yi destekliyorsa “Dinsize karşı imansıza sığınma” yönelimi var. Yani kör bıçakla adam boğazlayan sokak kültürüne karşı katliam, baskı ve sürgünleri hatta soykırımı bile yasa ve yönetmeliklere dayandıran devleti sığınak olarak görmüş halen de görüyorlar. Peki bu doğru mu, olması gereken tutum bu mu? Hayır!
Dersim’de İsyan, Başkaldırı Yok; Rejimin Soykırımı Var!
Dersim halkı soykırıma uğratılırken ve geriye kalanlar başta metropoller olmak üzere Batılı illere sürgün edilirken ortada sözü edilebilir bir başkaldırı, isyan yok! Olmadığını Baskın Oran doğrudan devlet belgelerinden şöyle aktarıyor:
“Ben demiyorum, devlet diyor: Dersim olayı, bırakın isyanı; asayiş olayı bile değil. Aralık 1936’daki’Umumi Müfettişler Toplantı Tutanakları’ndan okuyoruz (Hazırlayan B.Varlık,Dipnot yay.,2010): ‘1934-36 yıllarına ait istatistikler üzerinde yapılan tetkikler, umumi müfettişlik bölgelerinde olguların(olayların) gittikçe azaldığını hatta bazı yerlerde asayiş istatistiklerinin 1936 sütunlarının rakamsız hale gelmeye başladığını…göstermiştir’ (s.71); ‘Tunceli mıntıkası: Şükranla arz ederim ki asayiş noktasından %99 salah bulmuştur’ (s.180)”
Ortada isyan bir yana “asayiş olayı” bile yokken devlet yıllara dayana ön hazırlıkla Dersim’i halkıyla birlikte neden haritadan yok etmek ister? Bunun birden fazla nedeni bulunur ama asıl neden Dersim’in etnik olarak Kürt ve dini inanç olarak da Kızılbaş olmasıdır. Dini inancı nedeniyle Sünni Hanefi mezhebe sahip Osmanlıdan beri Alevi halkı baskı ve katliamlara uğratılırken, Cumhuriyet rejiminde ise soykırım ve baskıların esas nedeni Dersim halkının Kürt etnik kimliğine sahip olmasıdır. Dersim’in Kızılbaş dini inancı da Cumhuriyet rejiminde katliamların nedenidir ama ikincil sıradadır.
1915 Ermeni Soykırımı’nda Dersim halkının “20 bin Ermeni”yi koruyarak Kafkasya başta olmak üzere başka ülkelere kaçıp canlarını kurtarmalarında yardımcı olmaları da ırkçı Cumhuriyet rejimi için bir başka öfke nedenidir ancak bu da tali nedenlerdendir. Asıl nedenin ne olduğunu yine dönemin devlet yetkililerinin açıklamalarından ve Dersim Raporu’ndan aktaralım.
Evrim Karakaş “Dersim’le ilgili ne dediler ?” başlıklı yazısında birden fazla belge aktarır, biz bunlardan sadece konuyla alakalı Dersim Raporu’ndaki alıntıları aktaracağız:
“Bizim için malum bir esas varsa o da Kürtlük denilen cereyanın henüz Kutu deresi veya Kalman ocağı denilen ve merkezini Haydaranlı aşireti teşkil eden eski Dersim kısmında yuvalanmakta olduğudur. Bu yuvada kaynayan ateşin kıvılcımları etrafa saçılmadan söndürmek de Ağrı kadar mühim ve lazım bir mahiyette görülmektedir. (Dersim Raporu(1932 ?), Kaynak yay. 2010 s.214)
Devam edelim…
Abdülbaki Erdoğmuş da “Dersimliler’i CHP’ye Kazandırmak” başlıklı yazısında şunları aktarır:
“Çok açıktır ki Dersim için bahane ve gerekçeler önceden hazırlanmıştır. 1931 yılında İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya Dersim için; ‘Bu ocak gün geçtikçe kızışmakta ve etrafını yakmaktadır. Acil ve kati tedbir olarak bu ocak kati surette söndürülmezse ateş günden güne sirayetini artırmaktadır’ diyerek operasyon için acele edilmesini istemiştir. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Dersim’i, ‘asırlarca nüfuz edilememiş, hükümete önemli sorunlar çıkarmış, eşkıyalığı alışkanlık haline getirmiş…. unsurları taşıyan bir ada’ olarak tanımlar.
1930’dan sonra hükümet etnik ve inanç kimliklerini tamamen ortadan kaldırmak veya zorunlu ikamete tabi tutarak asimile etmek amacıyla bölgeyi kuşatmıştır” diyor.
Kenan Başaran da “38 Olurken Diyarbakır Yürümedi” başlıklı Metin Kahraman ile yaptığı söyleşide Kahraman’dan şunları aktarır:
“Reşit her Dersimli’nin ‘yol’ gelsin diye 12’şer gün çalıştığı Dersim’de 38 neden yaşandı? Kahraman’a göre Dersimli ‘olduğu gibi’ kabul edilmeyince ‘38’ oldu. ‘Orası bağımsız otonom bir yerdi. Kendini bağımsız hisseden bir yer niye isyan edecek. Kendi kendine mi isyan edecek. Sadece kendini korumak istiyordu. Osmanlı’ya da öyle kabul ettirdi.’ Otonomi, ‘tek millet’ yaratmak isteyen Cumhuriyet’e tersti tabi!” diyor.
Dersim halkı niye soykırıma uğratıldı? Yukarıda aktardığım alıntılar tek başına bu sorunun yanıtını çıplak olarak sergilemeye yetiyor, çünkü her şey çok açık yaşanmış.
Demek ki, asıl mesele Kürtlük meselesiymiş!
Demek ki, Cumhuriyet için asıl hedef, Dersim’deki “Kürtlük cereyanı”nın tüm Kürdistan’a yayılmadan söndürülmesidir.
Demek ki, asıl mesele “asırlardır nüfuz edilememiş” olan özerk Kürdistan eyaleti olarak Dersim’in otonom yapısına son vererek Osmanlı’da 1850’lerde başlatılan merkezileştirme- Türkleştirme- tek tipleştirmeye Dersim’in de dâhil edilerek sürecin tamamlanması arayışıdır.
Türk rejimi, Dersim’in özerk yapınsa son vermek için çok önceden ve çok yönlü ön hazırlığa girişir. Bu ön hazırlıkların belli başlılarını şöyle özetleyebiliriz:
Öncelikle 1925’te yürürlüğe konulan ve tek ulus, tek dil vb. tek tipleştirmeyi hedefleyen “Şark Islahat Planı” ön hazırlıkların ilk adımıdır. Bu plan genelde Kürdistan’da entegrasyon ve asimilasyonun derinleştirilmesi, özelde de Dersim’de halkın tasfiyesini içerir.
Ardından Kürdistan genelinin yanı sıra Dersim özelinde 1926’da uygulamaya konulan “tedip” harekâtıyla soykırıma giden yolun adımları atılır. Derken rejim bir adım daha atarak, “1927 ve 1934 İskân Yasaları” ile Dersim coğrafyasının etrafı boşaltılarak halk batıya sürülür. Dersim de ise askeri işgal için yollar, köprüler, karakolların yapımı hızlandırılır.
İnönü’nün hazırlayıp TBMM’ye sunduğu Kürt Raporu” ile Türk rejiminin hedefleri daha da netleşir. 1931’de İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın söyledikleri ve nihayet 1935’ten itibaren General Abdullah Alpdoğan komutasında askeri yığınak Dersim’de yapılmaya başlanır. Bunların ardında 1937’de Dersim’de fiziki soykırımı başlatan askeri operasyona girişilir.
Dersim Soykırımı sürecinde nelerin yapıldığını ise birkaç paragrafla özetleyelim:
*“Ayrıca ‘canlı ne görürseniz ateş edin’ emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” diyor ilk kadın pilot Sabiha Gökçen. (25.11.1956 Milliyet)
*On binlerce Dersimli genç, kadın, yaşlı, çocuk katledildi. Öyle ki soykırımı yapan yetkililer, “Bir insanı bir mermiyle öldürmek bize pahalıya mal olur, daha az maliyetle daha çok insanı nasıl öldürebiliriz” diye toplu katliamlara yöneldiler. Gerçekten de toplu katlettiler Dersim halkını hem öyle ki fare zehirler gibi toplu zehirleyerek!
*Dersim katliamından önce Malatya Emniyet Müdürü olarak Dersim’e giden ve Kürt aşiretleriyle bazı görüşmelere katılan İ. Sabri Çağlayangil, şimdi ki CHP lideri Kürt ve Alevi Kılıçdaroğlu’na şunları söyler; “mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi” demişti.
Kadınlar özellikle genç kızlar “ Rom’ın askerine yakalanmamak için kendilerini kayalıklardan aşağıya atarlar!
*Soykırımdan kaçıp dağa, ormana saklanan bebekli anneler “ağlayan bebekler yerimizin askerlerce öğrenilip hepimizin ölümüne neden olabilir” korkusuyla “bebeklerinin ağzını kapatarak boğarlar” !
*Türk Kemalist rejimi bütün bunlarla ayrı bir etnik grup olarak Dersim Kürtlerinin ortadan kaldırılması hedeflenir. Öldürülen öldürülmüş, sağ kalanlar ise batıya sürülmüş, kız çocukları özellikle subaylar başta olmak üzere köle hizmetçi olarak verilmiştir ki şimdi “Dersim’in Kayıp Kızları” adı altında o da ancak bazılarının trajedilerini okuyabiliyoruz.
Dersim soykırım mı değil mi?
Şimdi okuyucuya BM’nin “Soykırım Sözleşmesi”nin 2. Maddesinden bazı şıkları aktararak Dersim Soykırım mı değil mi değerlendirmelerini kendilerine bırakalım.
Soykırım Sözleşmesi’nin 2. Maddesi, “bu sözleşme bakımından ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturur” ifadesiyle başlar ve suç teşkil eden fiilleri şöyle sıralar:
“ a) Grup üyelerini öldürmek, b) Grup üyelerine ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermek, c) Grubu, fiziksel varlığını kısmen veya tamamen yok olmasına yol açacak hayat şartlarına tabi tutmak, d) Grup içinde doğumları önlemek amacıyla önlemler almak, e) Grubun çocuklarını bir başka gruba zorla nakletmek.”
BM Sözleşmesi soykırımı böyle tarif eder! Okuyucu BM Soykırım Sözleşmesi’nin 2. Maddesinin a,b,c,e şıklarını bir daha okusun ve Dersim’de yapılanlarla karşılaştırsın. Türk rejiminin Dersim’de yaptıkları soykırım mıdır değil midir karar versin.
Ayrıca belirtelim ki soykırım, katliamlar ve zoraki göçler farklı yönleriyle Dersim başta olmak üzere Kürdistan’da sürdürülüyor. 12 Eylül 1980 sonrası Dersim’deki “İrşad” toplantıları, başta kız çocukları olmak üzere çocuklara İmam Hatip okullarına zorunlu kayıt yaptırma dayatmaları ve 1983 konseptinde kırsal alanda dayatılan insansızlaştırmalar, ana dilde eğitim öğretim yasağıyla halen sürdürülen kültürel soykırımlar vb. ile devam ettiriliyor.
Dersim Soykırımı’nda Asıl Sorumlu M. Kemal’dir!
Aleviler özelde de Kürt Kızılbaşları arasında, “Mustafa Kemal olmasaydı Dersim’de daha vahim katliamlar olacaktı” türünden yaklaşımlar genel bir kabul olarak varlığını halen koruyor. Anlaşılıyor ki zamanın fısıltı gazetesi bunu Alevi toplumu içerisinde yaymıştır. Gerçekte yaşananlar, bunun tam tersidir.
Celal Bayar Dersim olayını anlatırken “Atatürk ile Elazığ’da bir denetimdeydik, Dersim’den bir karakolun baskına uğradığı haberi geldi. Atatürk’le göz göze geldik ‘Vuralım’ dedi, vurduk” diyor.
M. Kemal, İnönü, Bayar, Çakmak gibi yönetici kadro Kürt meselesini, özelde de Dersim meselesini kanlı katliamlarla “çözeceklerine” inandılar ve öyle davrandılar. Soykırım politikası devletindir, devletin başındaki “tek adam’ın bundan habersiz olması mümkün değildir. M. Kemal başından beri Dersim soykırımının planlayıcısı ve uygulayan hükümetin yönlendiricisidir. Zaten Seyit Rıza’nın teslim olmasının ardından M. Kemal ve İnönü’nün birbirlerini kutlamalarından da her şeyin M. Kemal’in bilgisi dahilinde yapıldığının kanıtı.
İnönü, Atatürk’e hitaben,“Seyit Rıza’nın teslim olması Cumhuriyet ıslahatının yeni bir safhasıdır. İltifatınız bizim için çok kıymetli bir teşviktir” derken, Atatürk’te, İnönü’ye cevabında “Teslim olması Cumhuriyet hükümetinin Dersim’deki yüksek şuurlu hareketinin neticesini gösteren bir müşahhas delilidir. Ondan dolayı kendilerini tebrik ederim” der.
İnönü ile Atatürk arasındaki Dersim’in askeri işgali ve Seyit Rıza’nın teslimi ile ilgili karşılıklı tebrik ve iltifatların bile soykırımın esas sorumlularının kim olduğunu göstermeye yeter.
Her şey ayan beyan ortadayken genelde Alevilerin, özelde de Kürt Kızılbaşların ağırlıklı olarak Atatürkçülüğünü ve de devam eden CHP’liliğini anlamakta insan zorluk çeker. Belirttiğim “sokağın basıncı”na rağmen ağırlıklı olarak Alevilerin devlete CHP’ye sığınmaları kurtuluş yolu olmadı, bundan böyle de olmayacaktır. Zira devlet her defasında kendine sığınan Alevileri ya bizzat kendisi katletmiştir ya da sokağın kör bıçakla katletmesine göz yummuştur.
Son olarak Seyit Rıza ile ilgili bir şeyi belirterek yazıyı noktalayalım; hükümet yetkilileriyle pazarlık yapmak için görüşmeye giderken yakalanıp kısa sürede idam sehpasına götürülünce oyuna getirildiğini anlayan Seyit Rıza, Rom’dan (Türk rejiminden) intikamını şunları söyleyerek alır:
“Ben sizin hilelerinizle baş edemedim bu bana dert oldu. Ben de size boyun eğmeyeceğim buda size dert olsun” dedi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.