Biden’ın Türkiye, daha doğrusu Türkiye’nin “yetkilileri” ile ilişkileri biraz hadiselidir. Geçmişte Tayyip Erdoğan’ı sinirlendirmişti, bazı sözleri ve davranışlarıyla. Bu sefer, bu gelişi, daha da fazla sinirlendirecek gibi görünüyor.
Hapishanedeki gazeteciler hakkında düşünce tarzının, Tayyip Erdoğan’ın tarzından ciddi şekilde farklı olduğunu belirtmiş. Bildiri imzalayan akademisyenlere “vatan haini” türünden hakaretlerle saldırmanın yanlış bir şey olduğunu da söylemeden geçmemiş. Buna benzer başka eleştirileri de sıralamış. Bunları herkesin gözü önünde yapmış. Gizlisi saklısı yok.
Tayyip Erdoğan herhalde çok kızacaktır buna.
Görüşmeyi reddedebilirler de. Sağı solu belli olmaz. “Benim için bitmiştir,” der, görüşmez.
Şimdi bir soru, Biden’ın aklına öyle estiği için mi böyle konuşup bunları söylediği, yoksa bu söylenenlerin Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki olaylara bakışı ve değerlendirmesini mi yansıttığı. Benim düşüncem, bunlardan ikincisi olduğu.
Yani Tayyip Erdoğan “Benim için bitmiştir,” derse, biten yalnız Biden olmayacaktır.
Biden sesini yükselterek “Freedom of the press” diyor, Can Dündar’ın oğluna babasının çok cesur biri olduğu söyleniyor vb.
Bana sorarsanız bunlar yalnız Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki olaylara bakışı ve değerlendirmesi de değil. Herhalde Avrupa Birliği’ndeki hangi sorumlu politikacıya sorulsa aynı şeyleri söyleyecektir.
Yani Bidenler çoğalıyor
Avrupa Birliği şimdi Suriye’den göçenler dışında kimseyi ya da sorunu gözü görmediği için Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın hal ve gidişiyle öncelikle ilgilenmiyor, ilgilenemiyor. Ama değer yargılarının Biden’ınkilerden farklı olduğunu hiç sanmıyorum.
“Batı demokrasisi” içinde varolmuş, kendisi siyasette bir yerlere gelmiş birisinin, bu demokrasiyi benimsiyorsa (şüphesiz oralarda da benimsemeyenler var, ama bu başka konu), Biden’dan farklı bir değerlendirmesi olamaz. “Batı demokrasisi”ni benimseyen biri (örneğin çeşitli “–gate”ler yaşanmış Amerika’da) gazetecilerin haber yaptıkları için casusluk suçlamasıyla iki aydır hapiste tutulmasını onaylayabilir mi?
“Batı demokrasisi”ni benimseyen biri, bir kere günlerden beri Kürt kentlerinde yapılan şeyleri (en son mahalleye tank girdi) onaylayabilir mi?
Onu onaylamayacağı gibi, “Sizin bu yaptığınıza ortak olmayacağız” mealinde bir bildiriyi imzalamış bin küsur öğretim üyesine “vatan hainleri”, “alçaklar”, “tiksiniyorum” diye bağıran, gidip YÖK başkanından bilgi alan bir Cumhurbaşkanı’nı da büsbütün onaylayamaz.
“Batı demokrasi”ni benimsemiş, benimsememiş, çok sayıda insanın, “onaylamak”tan önce anlamaktagüçlük çekeceği bir konu, bütün bu durumlardan sorumlu olan kişinin kendisine daha fazla yetki istemekte oluşudur.
Daha fazla yetki! Bunun için koalisyon reddedildi. “Seçim tekrarı” diye tuhaf bir şey yapıldı. Ama bu tekrarın gitgide çığırından çıkan bir çatışma ortamında yapılması da sağlandı. Bunun sonucunda şu kadar ölü, şu kadar yaralı, altı üstüne gelmiş şu kadar kent, yıkılmış evler vb. Bu bir “başarı” mı? “Barışçı çözüm” derken onu bırakıp buraya gelmiş olmak bir marifet mi? Bu “marifet”in “mükâfat”ı olarak mı daha fazla yetki?
“Yetki”nin daha fazlası ele geçirilmeden şu kadar gazeteci hapiste ve şu son bildiri olayına bağlı olarak daha ne gibi hukuk cinayetlerinin işleneceği belli değil. Bunlar da zaten böylesine istenilen “daha fazla yetki”nin nasıl kullanılacağına dair yeterli fikir veriyor.
Dış politika tam bir iflas: alay eder gibi, iç politikada “Barış Süreci” diyerek bu noktaya geldik; dış politikada “komşularla sıfır sorun” diyerek buradayız.
Bu başarı zincirine şimdi yavaş yavaş ekonomi eklenecektir. Onun da sinyalleri duyulmaya başladı.
“Dediğim dedik” bir zihniyetle buralara geldik. Bunun devamı, geleceğin sihirli formülü, “Dediğim daha da dedik!”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.