Olumlu gelişmeler de var elbet.
Bir televizyon spikerinin insan vicdanına aykırı ırkçılığı, çalıştığı atv kanalının yöneticilerinden başka herkesi dehşete düşürüp, normal koşullarda asla biraraya gelemeyecek olan siyasileri bile bir “insanlık” çizgisinde buluşturdu.
Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bu “ırkçılığı” çok sert bir biçimde kınayarak “soysuzluk” olarak niteledi.
Ardından BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bu kışkırtıcı sözleri yerden yere vurdu.
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, Bahçeli’nin “ırkçılık” karşısındaki sözlerinin “çok değerli” olduğunu belirtti.
En son da Başbakan Erdoğan, bu ırkçılığı lanetledi.
Siyasetçilerimizin televizyon yöneticilerinden daha duyarlı, daha düzeyli ve daha vicdanlı olduğunu gördük.
Böyle güçlü bir siyasi ve toplumsal tepki karşısında televizyon yöneticilerinin de kendilerine bir çekidüzen vereceğini, böylesine kötücül bir ırkçılığı “doğal” karşılayamayacaklarını, aralarındaki düzeysiz kışkırtıcılığı ayıklamayı becereceklerini umuyoruz.
Onlar da 1939 Nazi Almanya’sı ile 2011 Türkiye’si arasında bir fark olduğunu herhalde anlayacaklar.
Ya da bu toplum onlara bu gerçeği er ya da geç anlatacak.
Siyasetçilerin ırkçılık karşısındaki bu insanca refleksi, yaşanan acı karşısında birkaç ırkçı dışında gösterilen büyük dayanışma, bu toplumdan bu kadar da çabuk ümidini kesmemek gerektiğini ortaya koyuyor bence.
Uluslararası düzeyde de çok dostça gelişmeler var.
Hükümetin dış yardımları reddeden gereksiz ve anlamsız kibrinden vazgeçmesinden sonra dünyanın her yanından yardım yağıyor.
İsrailliler, İHH gönüllüleriyle birlikte Van’da çalışacaklar.
Bunlar “acının çiçekleri” ve yaşadığımız acının içinde bize bir teselli oluyorlar.
Ama bir de yaşanan yetersizlikler var.
Devletin, hâlâ “insanını” korumak konusunda yeterli hazırlığı yapmakta sorun yaşadığını gördük.
Böyle bir facia karşısında neler yapılması gerektiği daha önceden gerektiği gibi planlanmamıştı, planlanmışsa da yanlış planlanmıştı.
“Denetim” diye bir müessesenin ise hiç bulunmadığını anladık.
Ne merkezî devlet düzeyinde, ne yerel yönetim düzeyinde bir denetleme var.
Son on yıldır Van Belediyesi’ni AKP ile BDP sırayla yer değiştirerek yönetti ve bu iki partinin ortak sorumluluğa sahip olduğu ilde “son beş yılda” yapılan binalar yıkıldı.
Bu nasıl oldu?
Bunu herhalde sorgulamak ve sorumluları bulmak gerekiyor.
Hükümetin, ısrarla gerçekleştirmeyi reddettiği Avrupa Birliği “ihale standartları”nın eksikliği, insanlarımızın ölümlerine neden olup duruyor.
Müteahhitler, insanları tonlarca enkazın altında boğup öldürme karşılığında para kazanıyorlar.
Peki, bu paraları onlarla kimler paylaşıyor?
Bu konudaki “olağan şüpheliler” elbette o binaların yapılmasına izin verenler.
Avrupa Birliği, siyasetin odağına “insanı” koyuyor ve “insanı” korumak için bütün tedbirlerin alınmasını zorunlu kılıyor.
İnsan her şeyden daha önemli...
Biz hâlâ devleti, siyaseti, müteahhitliği “insandan” daha önemli görüyoruz.
İnsanın değerine boşvermişlik her alanda karışımıza çıkıyor, her alanda Avrupa ile aramızdaki farka utançla tanık oluyoruz.
AKP hükümetinin ısrarla varlığını sürdürdüğü bir 301. Madde var mesela, dokuz yıldan beri iktidarlar ama bu tür faşizm parfümlü yasaları değiştirmekte pek büyük bir istek göstermiyorlar.
İnsanların düşünmesini, konuşmasını, yazmasını engelleyen yasalar onları hiç de rahatsız etmiyor.
Belki şöyle söylersek “ırkçılığı lanetleyen” Başbakan Erdoğan daha iyi anlar:
Irkçılık karşısında atv yöneticilerinin tutumu ne ise, faşizan yasalar konusunda da siyasi iktidarın tutumu o.
Fevkalade hoşgörülü, destekleyici ve savunucu...
Bundan övünecek mi Erdoğan’la partisi?
Onların kaldırmadığı, inatla varlığını sürdürdüğü 301. Madde’yi şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “fikir özgürlüğüne” aykırı buldu, bundan böyle bu devlet bir vatandaşını 301. Madde’den mahkûm ettiğinde, üyesi olmak istediği Avrupa’nın hukukunu çiğneyen bir suçlu durumuna düşecek.
Aslında “ihale standardı” da, bina yapımı da, devlet anlayışı da, belediye yöneticiliği de, hukuk da bir bütün, “insanı” önemsemediğinde her alanda felaketler yaşıyorsun.
“Ben insanımı koruyacağım, benim için en önemlisi insandır” dediğinde ise ne televizyonda ırkçı spiker barınabiliyor, ne binalar yıkılıyor, ne de insanlar fikirlerinden dolayı hapse giriyor.
Yeter ki insanın önemini anlayan insanlar yönetsin ülkeyi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.