Deniz Baykal'ın kaset hikâyesini biliyorsunuz. Kurguydu değildi tartışmaları bir müddet sürecek.
Lakin ahlaktan yana tavır koymaya kalkanların önce ahlaki ölçüleri gözden geçirmeleri gerekiyor.
Kaset'in tek muhatabı Deniz Baykal ve Nesrin Baytok'un aileleridir. Onların dışındaki hiç kimsenin kaset hakkında söz söyleme hakkı olmadığını düşünüyorum. Deniz Baykal'ı sevenler ona gönülden bağlı olanlar bu görüntülerden incinmiştir.Vicdanlarının sesine göre tavır alacaklardır. Ama bu olay siyasi olarak kullanılmaya kalkıldığında insanları aşırı savunmacı bir tavra mahkum ederek vicdanın devreye girmesi engellenmiş oluyor.
Kamuoyu olarak özel hayatın sınırlarına riayet etmek zorundayız.
Yıllar önce Menderes Yassı adada yargılanırken bebek davası köpek davası diye süren davaların Menderes'e inanları ne kadar üzdüğünü hatırlayalım.
Aynı davanın izinin yıllar sonra davada açı geçen aktristin ölümü üzerine "Türkiye'ye aşkı öğreten kadın" restore edilmeye kalkıldığını da hatırlayalım. Oysa ortada gayri meşru bir ilişki vardı. Yani taraflar evliydi. "Aşkı öğreten kadın" manşetiyle geçmiş yeniden inşa edilmeye kalkılmıştı. Bu yeniden inşa aslını tamamen değiştirmek şeklinde tecelli ediyorsa yozlaşmanın birinci sebebini tam da burada aramak gerekiyor diye düşünüyorum.
Benim durduğum yerden ikisi de çirkin. Özel hayatın kamuoyu oluşturmak üzere "kullanılması" kadar; artık kara toprağa karışmış öznelerin eylemlerinin "aşkı öğretmek" üzerinden "kahramanlaştırılmasını da yanlış buluyorum.
"Özel hayat takibi" bu defa CHP üzerinden yürütülüyor. Bir rövanş algısı hâkim. Oysa siyasi hesaplaşmalara ahlaki ilkeler peşkeş çekildiğinde yaralanan taşıyla toprağıyla içindeki her fikirden insanıyla ülkemiz oluyor.
Taarruzda bulunanlar hatalı.
Ya savunmaya çalışanların haline ne demeli?
Deniz Baykal üzerinden fikir yürütenler "kaset gerçek ise" diye bir cümleye başlıyor.
Kaset gerçek ise...
Lütfen bu cümlenin anlamına kilitlenelim.
Kaset gerçek ise diyoruz.
Oysa İslami olarak da seküler ahlak kodlarıyla da kasetin gerçek olup olmadığı ile bile ilgilenmemek zorundayız.
Kasetin gerçek olup olmadığı tarafların yakınlarını doğrudan ilgilendirir. Kamuoyunu ne zaman ilgilendir? Mekânın kamuya ait olduğu durumlarda. Tıpkı Beyaz Saray oval ofis skandalında gibi. Ya da haksız kazanç dolayısıyla izi sürülen gayri meşru ilişkilerde kamuoyu doğrudan taraftır. Olay kişileri ve aileleri değil bütün kamuoyunu ilgilendirir. İSKİ skandalında olduğu gibi.
Deniz Baykal'ın olayında ise kamuoyunu ilgilendirmesi gereken husus ama gerçek ama kurgu bir kasetin "zorlayıcı" etkisi olmalı. Nitekim Deniz Baykal pazartesi günü sıcağı sıcağına istifasını vererek "zorlayıcı" duruma boyun eğmeyeceğini ortaya koymuş oldu. Baykal'ın bu tavrını hem siyasi hem de insanı açıdan son derece önemli buluyorum.
Bu tavır "sizi ısıran köpeğe ısırarak cevap veremeyeceğinize göre sonuna kadar insan kalmaktan vazgeçmeyin tavrıdır.
Baykal istifa ederek kendi sınavını verdi. Şimdi kamuoyu olarak bizler ahlaktan yana mıyız yoksa ahlakçı mıyız onu ortaya koymuş olacağız.
Deniz Baykal konuşmasında "ileri teknoloji" kavramını kullandı. Tam da buradan yol alalım. "İleri teknoloji"nin hayatımıza "ahlakçı" olarak girmesine izin vermemek zorundayız.
Sayın Cumhurbaşkanının ve Sayın Başbakanın kaset konusundaki tavrını çok yerinde bir davranış ve mesafe olarak değerlendirdiğimi söylemeliyim. Ama Sayın Baykal istifasında doğrudan AK Partiyi hedef göstererek stratejik bir hata yapıyor. Aynı hatayı ekrana çıkan CHP'liler de yaparak konuyu Ergenekon vadisine taşıyorlar. Kendilerine kurulmuş olan tuzağı, ahlak boyutundan çekip siyasi ranta tahvil etmeye kalktıklarında, halkın vicdanına giden yolu tıkayacaklarını CHP'li yöneticilerin bir an önce görmesi gerekiyor.
İstifa ederek halkın vicdanına yöneldiğini önce Baykal'ın kendisinin idrak etmesi gerekiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.