Büyük krizde ortalık bir ölçüde duruldu. Yeni yasanın Cumhurbaşkanı tarafından hızla onaylanması, İstanbul savcılığının MİT'çilerle ilgili yakalama emrini geri çekmesi, İstanbul Emniyeti'nde üç hamlede ve üç kademede yapılan tasfiyeler, tasfiyeye uğrayan grubun savaşçı dili terk etme eğilimine girmesi, durulmanın önde gelen nedenleri...
Ancak geride kuvvetli tortuların kaldığı kesin...
Dışarıya tersi yansısa da, iktidar çevrelerinde sık kullanılan "7 Şubat kalkışması", "Sivil darbe" gibi tabirler bu tortuların keskinliği hakkında bir fikir verebilir.
Başbakan'ın "Sınırları aşan her türlü girişim yetki gaspıdır. Millet iradesinin çiğnenmesidir. Anayasa ve yasalar nezdinde gayrimeşrudur..." sözleri de tümüyle bu çizgide okunmalıdır.
Peki, bu keskin ve kuvvetli tortuların siyasi karşılığı nedir?
İki hususa özellikle dikkat çekmek gerekir.
1. Siyasi iktidar bundan böyle kendi alanına yönelik herhangi bir müdahaleye, iktidarını paylaşma girişimine hiçbir şekilde müsaade etmeyecek ve daha önemlisi bu konuda "süreklilik içeren gerekli önlemler"i alacaktır.
Gerekli önlemler her şeyden önce "törpü ve tasfiye" girişimleridir. Ve kanımız odur ki, bu çerçevede "adliye-polis otonom yapısı", ya da "otonom haller" siyasi iktidarın önemli ve sürekli meselelerinden birisi olacaktır.
2. Doğal olarak, iktidar grupları arasındaki aktif işbirliği sona ermiştir. Bu durum önümüzdeki günlerde seçmen ittifaklarından başka alanlara kadar önemli siyasi sonuçlar içerebilecek uzun süreli bir gerginliğin başlamış olmasını ifade eder. Ancak kavgadaki "derinlik ne olacak" sorusuna yanıtı zaman verecektir.
Fazlası da var...
Şu anda güç ve inisiyatif hükümette... Ve bu şemsiye altında içinde bulunduğumuz hali tanımlayan üç anahtar sözcük var.
Bunlardan ilki "çatışma", ikincisi "tasfiye", üçüncüsü "yeniden demokratik hamle"dir.
İlk ikisine değindik...
Gelelim "yeniden demokratik hamle" meselesine, "fazlası var" dediğimiz noktaya...
Kastımız şudur:
İçten içe süren ve sürecek mevcut gerginlik ve tasfiye hamleleri, kronikleşmeye başlayan "güvenlik siyaseti"ni kabul edilebilir sınırlara çekecektir, dahası oluşan "güvenlikçi statüko"nun belini kıracaktır. Bu yolla siyaset ve demokrasi fikirlerinin daha çok beslenmesi, açıkçası beslenmek zorunda kalması kaçınılmaz bir durumdur.
Şöyle:
Türkiye'de demokratikleşme ve değişim sürecindeki en önemli aksaklıklar Ergenekon, Balyoz, KCK gibi siyasi nitelikli davalarda, emniyet-yargı uygulamaları üzerinden meydana geliyordu.
Açık, bir dönem, bu tür adli süreçlerle güvenlik ve yargı aktörleri demokratikleşme politikalarını taşıyan önemli işler yaptılar, doğal olarak büyük destek gördüler.
Ancak belli bir aşamadan sonra, bu süreçleri kendi güçlerini ve ait oldukları çevrenin gücünü pekiştirmek için bir araç haline getirdiler.
Büyük kırılma böyle yaşandı ve büyük ve ciddi sorunlar ortaya böyle çıktı. Siyasi iktidarın Kürt meselesinde siyasetsizliğin ocağına düşmesi, hukuk ihlallerini gözardı etmesi de bu duruma eklenince şekillenen tablo vahimdi ve ülkenin son iki yılına hâkim oldu.
Nasıl?
KCK operasyonlarında siyasi alanı tümüyle baskı altına alan uygulamalar, siyaset ve şiddet arasındaki çizgilerin silik hale getirilmesi, tutukluluk konusunda izlenen kararlı ve tavizsiz tutum, "polis-yargı mekanizması"nın güç pekiştirme aracı haline geldi.
Bu mekanizma ya da "otonom yapı", bu adli süreçlere ve kendi yöntemlerine yönelik eleştirileri tehlike olarak algıladı, Ergenekon'la bağlantılandırarak takibata maruz bıraktı ve "yetki gaspı"na gitti. Bu işleyişin basın ve ifade özgürlüğünün yerlerde sürünmeye başlamasında büyük etkisi oldu.
Balyoz, Kafes gibi kimi davalarda yine aynı "otonom yapı"nın sorumluluğunda olan şüpheli deliller, demokratikleşme sürecine gölge düşürmeye başladı.
En nihayet bunlar etrafında bir kamuoyu inşa edilmeye çalışıldı. "Emniyet-adliye-basın üçgeni"ndeki "istihbarat oyunları" bir hegemonyaya dönüştü ve Türkiye'yi adım adım, üstelik ve yeni dönem adı altında esir almaya başladı. Güvenlik birimleri, kurumları, analizleri, gazetecileri, aktörlerinin değerlenmesiyle güvenlikçi bakış açısı tüm ülkeyi kapladı.
Kimileri "iyi ve polis savcılar şimdi nasıl kötü adam oldular" diye soruyor...
Yetmez mi bunlar?
Kimileri siz demokratlar neden farklı bakmaya başladınız diye soruyor?
Kesmez mi bunlar?
Bu tabloyu pek çok kez, "otoriterleşme hali" ve "yaşanan otoriterleşme eğiliminin önemli birkaç kaynağından birisi" olarak değerlendirdik...
Hükümetin sorumluluğunu kuşatan diğer kaynakları ve bu noktada kendisine zarar vermediği sürece sürdürdüğü sessiz işbirliğini unutmadan şunu söylemek gerekiyor:
Bu yapının ve işleyişin tasfiyesi bir bakıma bu otoriterleşme kaynağı ve ayağının tasfiyesidir.
Bu tasfiye tek başına bir demokratik hamleyi ifade ettiği gibi, bizce, daha fazlasını da vaat etmektedir.
Örneğin CMK 250 ve 251. maddelerinin gözden geçirilmesi, istihbaratın demokratik denetimi, terörle mücadelede ifade özgürlüğüne hassasiyet şimdiden görünen ışıklardır.
İki gün önce gazetelerde yer alan, "Başbakan Erdoğan'ın ta-limatı üzerine, terörle mücadele sırasında ifade özgürlüğünün kısıtlanmaması için özel çalışma başlatıldığı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Murat Özçelik ve Türkiye'nin AİHM hâkimi Işıl Karakaş başkanlığındaki bir toplantı yapıldığı"nı vurgulayan haber, umalım, bu hassasiyetin ve AK Parti'nin silkinmesinin bir işareti olsun...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.