Değişim dillerden düşmüyor. Gerçekten de hızla başka bir zemine doğru ilerleyen bir Türkiye var karşımızda. Tek tek toplumsal ve siyasi aktörler değişim sürecine maruz kalıyor, değişim yaşıyor.
Değişim, onu yaşayanın, etkilendiği faktörler kadar, ürettiği unsurlardan güç alıyorsa, kalıcı olur.
Türkiye'nin izlediği güzergâh da budur.
Son 15 yıl İslami kesimin iç değişimiyle ve bu değişim tartışmalarıyla geçti. Sol ikiye bölünerek değişiyor, demokrat ve Kemalist iki dalga birbirinden git gide ayrışıyor. Basın değişiyor. Kimileri yıllarca Tayyip Erdoğan'ın değişip değişmediğini sorar, sorgularken, onun başında olduğu hükümet risklerle dolu bir demokratik açılım yönünde siyasi irade gösterisi yapıyor.
Değişmeye direnenler Bahçeli gibi Baykal gibiler adım adım tarih sahnesinin dışına atılıyor.
Birkaç zaman önce su soruyu sormuştuk:
Asker de değişiyor mu?
Aksini söylemek pek zor.
Asker hem siyasi rolünü muhafaza etmeye çalışıyor. Hem dünya, bölge ve ülkedeki yeni dengelerin etkisiyle, en önemlisi karşı karşıya kaldığı toplumsal meşruiyet kriziyle değişiyor. Bu değişim baskısını hem subay, hem kurum yaşıyor.
Baskı sözü önemli…
Zira bu değişim sıkıntılı anlar, sert çatışmalar içeriyor. Askerin içe ve dışa konuşmasını içeriyor. Zaman zaman kabul edilmez bir üslup kullanmaya ve çıkışlar yapmaya devam ediyor asker.
Ne var ki ana istikamet farklı...
2007 Nisan muhtırası, 2007 Temmuz seçimleri, Dağlıca baskını, Özden Örnek günlükleri, sivil toplum ve basın andıçları, Ergenekon davası, emekli orgenerallerin ve muvazzaf subayların darbecilik iddiasıyla tutuklanmaları, yine muvazzaf subayların tutuklu olduğu JİTEM davaları, Aktütün baskını…
Bunların hemen hepsi bir zincirin parçaları…
Bu zincir orduyu sadece kışlasına doğru çekmiyor.
Geri çekerken düşmesine, düşünmesine ve yeniden pozisyon almasına yol açıyor.
Zaman böyle bir şeydir, girdileriyle, anlarıyla, dengeleriyle tarihi oluşturur…
Yine tarihi oluşturan anlardan birindeyiz.
Malum askerin son çıkışı, hükümeti de hedef alan ünlü irtica andıcı üzerine olmuştu. Albay Dursun Çiçek'in imzası olan bu andıç Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yalanlanmış, bizzat Genelkurmay Başkanı tarafından aslı olmadığı için "bir kağıt parçası" olarak yorumlanmıştı.
Bu sözleri Başbuğ tam teşekkülü generaller heyeti önünde yapmış, yargıyı bu sahteciliği yapanları bulmaya davet etmişti.
Bununla yetinmemiş bu talebini yazılı olarak tekrarlamış, andıcı yayınlayan gazete ve gazeteci hakkında dava açmıştı.
Tarihi an şu:
Gündeme düşen bir haber hükümetin de hakkında suç duyurusu yaptığı bu belgenin orjinalinin bulunduğu ve savcılara teslim edildiğinini söylüyor.
Bu durum orduyu ve Başbuğ'u zora sokacaktır.
İki ihtimal var…
İlk şu: Bunun böyle olduğunu biliyorlardı ki bu başlı başına vahim bir durum oluşturur, ordunun yaşadığı erozyon bizzat kendi eliyle hızlandırılmış olur ve ordu hesap verecek duruma gelir.
İkincisi şöyle: Başbuğ bilmiyordu, yanlış bilgilendirildi. O zaman ordunun içinde hala darbeci, emir komuta dışında veya ondan farklı hareket eden gruplar vardır. Bu hesap sormayı ve tasfiyeyi gerektirir.
Her ikisi de yukarıda vurguladığımız zincirin yeni bir parçasıdır…
Bu parça ordunun değişim sürecini umarız hızlandırır.
Direnç son örnekte görüldüğü gibi askeri bünyeyi ve demokrasiyi tahrip ediyor…
Bu konuda yazılabilecek en iyimser yazı, yapılabilecek en iyimser yorum budur…
Umarız gidişat da öyle olur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.