Kürdistan’da yeniden başlayan çatışmalar ağırlaşarak devam ediyor! Son Dağlıca ve Iğdır’dan gelen haberler savaşın ağırlaştığı yönündedir.
Türk Ordusu Kürdistan’ı yeniden işgal ediyor. Komando taburları Başbakan Davutoğlu kararıyla Şırnak, Hakkari başta olmak üzere yeniden Kürdistan’a gönderiliyor. Valiliklere gönderilen başbakan Genelgesi’nde “bütün kolluk kuvvetleri ve TSK birlikleri ihtiyaç duyulan her yerde görevlendirilecek” denilerek askerin sokağa, iç siyasete müdahale için çağrılması talimatı valiliklere gönderilmiş durumda.
Kentlerimiz, askeri işgali altında yaşam savaşı veriyor. Bir dizi ilçe ve kente sokağa çıkma yasaklarıyla, peş peşe ilan edilen Özel Güvenlik Bölgeleriyle Kürdistan’da fiilen OHAL uygulanıyor.
Türk devleti, son yıllarda etrafında çizilen Kürdistan sınırlarını kabullenmemiş iken, buna 7 Haziran seçim sonuçlarıyla az çok çizilen Kuzey Kürdistan’ın sınırları da eklenince bunu geleceği açısından sürdürülebilir görmüyor. Dolaysıyla yaklaşan yeni seçimler de dikkate alındığında kanlı provokasyonlar eşliğinde kaygı verici gelişmelerin yaşanacağı endişesi yaygınlaşıyor.
Halk rahatsız olmanın ötesinde ciddi tedirgin! Gözaltı ve tutuklama furyası her geçen ağırlaştırılıyor. Baskılar çocukların katledilmesi noktasına vardırıldı. 90’lar’da, köy ve mezraların yakılıp yıkılmasıyla dayatılan zoraki kitlesel boşaltmaların, şimdi ilçe ve ketlerde uygulanacağının ilk işaretleri Cizre- Varto- Silvan’da yaşanıyor. Güvenlik güçlerinin kuşatması altında halk göçe zorlanıyor.
Bunlar yaşanırken, 1 Kasım seçimlerinin yapılıp yapılmayacağı tartışılıyor. En azından Kürdistan’da polis ve askerin kuşatması altında ki seçimlerin halkın iradesini yansıtmayacağı açık. Cumhurbaşkanı’nın seçim güvenliği ile ilgili “7 Haziran’da yaşananlar 1 Kasım’da yaşanmayacak” demesi açıkça “Kürtlerin iradesini baskılayacağız” demektir.
Görülüyor ki devlet ve AKP’nin yeni bir konsept eşliğinde halkımıza savaş ilanı var! Zaten
Erdoğan’da, “son dönemlerde yaptığımız operasyonlar geçici değildir. Bu operasyonlar inşallah başarabildiğimiz noktaya kadar devam edecektir” diyerek bunu dile getirmişti.
Devlet ve hükümet yönelimini belirlemiş burası açık! Mesele Kürt siyaseti ve halkının bu savaş ilanına hangi mücadele araçlarıyla yanıt vereceği, savaşı nasıl etkisizleştireceğidir? Bölgesel ve küresel siyasal iklimde tartışılıp pratiğe geçirilmesi gereken bu sorunun yanıtıdır.
I – Öncelikle şu tespiti yapmalıyız; rüşvet, yolsuzluk, 13 yıllık iktidar yıpranmışlığı ve iç iktidar kavgalarıyla içerde, dışarıda zayıflayan Erdoğan ve AKP’nin giderek Askere yanaşmanın da ötesinde gölgesine sığınacağının işaretleri var. Bu durumda Asker de bir taşla iki kuş vurma hesabını yapıyor. Önce Kürt meselesinde Erdoğan’ı kendi çizgisine çekmek sonra zamanı geldiğinde Erdoğan ile AKP’nin de defterini dürmek gibi!
Devletin (askerin) gölgesine sığınan Erdoğan ile AKP; Kürt meselesinde yeni bir konsepti uygulayacağını ilan etti. Erdoğan’ın zayıflamasıyla askere sığınması, devletin milli çıkarlarına AKP’nin siyasal çıkarlarının yamanması sonucu halkımıza karşı yeni savaş konseptini üretti.
II - AKP herhangi bir sistem partisi değil, 50 yıllık geleneği temsil eden Milli Görüş’ün (misyon) temsilcisidir. İktidara gelmesi nasıl zor ve uzun yılları almışsa iktidardan gitmesi de zor olacak. Bu nedenle iktidarı da bırakmadan erken seçimde ne edip edip yine tek başına iktidar çıkmayı hedefliyor. Tıpkı Putin ya da bir başka Doğu Despotu gibi iktidarı bırakmak istemiyor.
Yine tıpkı diğer Doğu Despotları gibi AKP ve Erdoğan; 7 Haziran seçimlerindeki kaybı kendi hatalarının sonucu seçmenin haklı tepkisi olarak yorumlamak yerine, “seçmenin yanlış tercih yaptığını erken seçimle de bu yanlışını düzelteceği”nden hareketle iktidara sımsıkı yapışıyor! Şunu da not edelim. AKP’nin iktidarı bırakmak istememesi yanı hükümeti gasp etme oyunlarına Kürdistan meselesinde ağırlaşan savaş da eklenince askeri darbe heveslilerine de davetiyeler çıkartılıyor.
III – Türk devleti uzun direnmeden sonra IŞİD karşıtı ABD liderliğindeki Batı Koalisyonunda yer aldı. ABD ile varılan anlaşmayla kendini daha rahat hisseden Türkiye’nin, içerde ve dışarıda Kürtlere özelde PKK’ye yönelik yeni bir saldırı-savaş planını devreye soktuğu görülüyor.
Kandil’e hava bombardımanının yanı sıra lider kadroya dönük “paketleme” propagandası; ABD savaş gemilerinin Doğu Akdeniz’de varlığı eşliğinde dün Suriye’ye “Öcalan’ı çıkarın yoksa savaş nedeni sayarım” tutum benzeri bir tutumu, ABD ile anlaşmaya varmasından aldığı destek eşliğinde yarın Kürdistan ve Irak Hükümetine; “Kandil’i boşaltmazsanız savaş nedeni sayarım” deme ihtimalini yabana atılmamalı! Bunun işaretlerini PKK’de almış olmalı ki Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını bombalayarak buna karşı yapacaklarının mesajını vermişti.
Burada önemli olan; ABD ile Türkiye al-verinde, Kürtlerin, Kuzeyli Kürtlerin denklemin neresinde oldukları. Başka bir ifadeyle ABD ile anlaşmada Kuzey Kürleri aleyhine nelerin alınıp verildiğidir.
Kandil’i aralıksız bombalanmanın yanı sıra saldırılar “en üst seviyeye çıkarılıyor”sa; lider kadronun “paketlenip getirilmesinden” söz ediliyorsa; içerde daha “kapsamlı operasyonlar yapılacak” deniliyorsa… Bunlar yeni savaş konsept gereğidir. Yeni savaş konsepti ise a - ABD ile anlaşmasının; b - Kürdün sırtına binip emperyal hedefler peşinde koşma hayalinin çökmesiyle içeriye doğru büzüşmesinin; c - 7 Haziran seçim sonuçlarının devletçe de “kabul edilemez” görülmesinin; d - ve nihayet zayıflayan Erdoğan’ın askerin gölgesine sığınmasının ürünüdür. Yazıda ayrı ayrı ele alınan bu dört şık yeni savaş konseptinin belli başlı besleyicileridir!
IV - ABD ve Batı bloğu, hali hazırda Doğu (İran) ve Kuzey (Türkiye) Kürdistan’ı denklem dışında tutuyor çünkü İran ve özellikle Türkiye’yi şimdilik karşısına almak istemiyor.
Hatırlayalım ABD dün Güney Kürdistan’a karışmasın diye Kuzey’i denklem dışı bırakacağının sözünü Türkiye’ye vermiş ve anlaşmışlardı. Bugün ise bu kez denkleme giren Rojava’ya karşın Kuzey denklem dışı bırakılıyor. ABD ve Batı aynı anda İran ve Türkiye’yi karşılarına almayı göze alamıyor çünkü emperyalist Batının çıkarları açısından, Türkiye ile İran’ın oluşturduğu güç dengesi Kürtlerle kıyaslandığında ağır basıyor! Emperyalistlerin dostu-düşmanının çıkarlarına göre belirlendiğini belirtmeye gerek var mı?
Mesele ABD ve Batı emperyalist bloğunun çıkarları olunca, ABD’nin geliştirdiği ve toplam 40 yılı alacağı Pentagon tarafından planlanan Avrasya egemenlik savaşında Kürtlerin yeri önem kazanıyor ama karşılarında Türkiye ve İran’ın oluşturduğu güç dengesi bulunuyor.
ABD ve Batı, bir yandan 60 yıllık NATO üyesi Türk devletiyle diğer yandan hem artık bugün ve özellikle gelecekte bölgenin önemli gücü olmaya aday Kürtlerle birlikte yürümek istiyor. Bu nedenle ABD dün Güney Kürdistan’ı denkleme alırken Kuzey’i dışarıda bırakarak Türkiye’yi karşısına almak istememişti, bugün ise aynı şeyi Rojava’da yapmayı deniyor ama Türk devleti Güney’de aldığı tutumu Rojava üzerinde almayacağını açıkça beyan ediyor.
Kısacası ABD ve Batı hem Türk devletinin hem de Güney ve Rojava Kürtlerinin elini tutarak Avrasya egemenlik projesini hayata geçirmek istiyor ama bunun önünde bir değil birden fazla engel var.
Kuzeyin halen Batı denkleminde yer alamadığı rahatlığıyla Türk devleti Kuzey’den çok Rojava’ya odaklanmış oradaki çözümü mümkün olduğunca engellemeye, engelleyemezse zayıf düşürmeye çalışıyor çünkü Türk devleti “bölünmez birliğini” bugün Rojava üzerinden arıyor. Bu nedenle Türk devleti, dün Güney Kürdistan’da “düştüğü hataya” bugün Rojava’da “düşmeme” arayışıyla IŞİD karşıtı koalisyonda ye alıyor. Demem o ki dün Öcalan’ı teslim eden ABD’nin “niyetini anlayamayan” Türkiye bugün Rojava’da anlamış görünüyor ki Koalisyonda yer alarak Kobanê ile Afrin’nin coğrafik birliğini engellenmeye çalışıyor.
Doğu Kürdistan özgürlük mücadelesi de, İran il Batının anlaşmasıyla sıkıntılı bir sürece girdiği söylenebilir. İran’ın büyük ve aç pazarına dalmak isteyen ABD, Almanya, Fransa gibi ülke sermaye gruplarının kendi hükümetleri üzerindeki baskılarının Doğu Kürtlerinin ulusal özgürlük mücadelesine iyi yansımayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bir süre önce KDP-İran Genel Sekreteri Mustafa Hicri’yi kabul eden Almanya ve ABD Dış İşleri bakanlığı aynı tutumunu şimdi de sürdürecek mi? Göreceğiz!
V- Her muhalif harekette, özellikle kitleselleşen her harekette devletin istihbarat örgütünün elemanları illaki vardır KCK içerinde de olur. KCK içerisindeki MİT elemanlarına ilişkin 12 Şubat 2013’te Neşe Düzel’e konuşan Avni Özgürel; “KCK-PKK’nin içinde” MİT elemanlarının varlığından rakam da vererek bahsetmişti.
Derdimiz KCK içerisindeki MİT elemanlarının az mı çok mu bunun istatistikîni yapmak değil. Derdimiz yeni savaş konsepti çerçevesinde toplumda infial yaratacak eylemlerin PKK adına karanlık odaklarca icra etme ihtimaline; PKK’nin yapmayacağı, savunmayacağı eylemlerin yarın PKK adına icra edilmesi tehlikesine; Ceylanpınar eylemi benzerinin nasıl engelleneceğine dikkatleri çekmektir. Derdimiz, “Süleyman Şah Türbesine birkaç bomba atar askeri müdahale gerekçesi yaratırız” diyen zihniyetin provokasyonlarının nasıl önleneceğidir.
İlan Edilen Yeni Savaş Konseptine Karşı Ne Yapacağız?
Birincisi; Kürdistan meselesinin çözümü için, siyasal statü (bağımsızlık, federasyon, özerklik) olmazsa olmazdır. Mesele bunun hangi mücadele araçlarıyla gerçekleştirileceğidir. Yukarıda özetlediğimiz bölge ve küresel koşullarda Kuzey’de meselenin silahlı çözümü yok! Silah yapacağını yaptı. 60 ve 70’li yılların aydınlanmasına, başta kadın hareketinde olmak üzere derinlik kattı, silah bundan sonrasına zarar verir.
İç siyaset dinamiği artık silahı taşıyamıyor. Bunu söylemek için başta Diyarbakır olmak üzere Kürdistan illerinde vatandaş ile sohbet etmek yeterlidir. Ayrıca MİT’in raporlarında da, PKK’nin belgelerinde de bu açık. Bu açıdan 90’lı yıllarda denenen “kurtarılmış bölge stratejisi” nasıl ki devletin Kürdistan kırsalını boşaltmasına yol açtıysa, mevcut Özerklik ilanı tarzı da bu kez kentlerimizin boşaltılmasına neden olabilir. Bunun ilk işaretleri Varto-Cizre-Silvan’dan geldi. Kuşatma altındaki “Cizre boşalıyor” haberleri geliyorsa silah eşliğinde özerklik ilanı yapan PKK bunu göz önüne almalıdır.
Şunu da ekleyelim, Kuzey halen küresel güçlerce denklemin dışında tutulduğu için, Kandil ancak Rojava üzerinden Batılı güçlerle ilişkileniyor! Böyle olunca KCK yetkililerinin, Güney ve Rojava’da taraf olarak devreye giren ABD’ye “Kuzey’de de üçüncü taraf olarak gözlemci olun” ısrarlı çağrıları karşılık bulmuyor.
İkincisi; KCK, özerklik ilanlarını peş peşe yapıyor ama kalıcı özerklik ilanı değil de “bak saldırılar devam ederse bizde özyönetim ilan ederiz” ya da “sen şunları şunları yaparsan ben de özerklik ilan ederim” tehdidi ile yüklü ilanlar yapıyor. En son Demirtaş’da, “AKP’nin atadığı vali, vekilleri şehre sokmuyor, Kürtler özerklik ilan etmesin de ne yapsın” dedi. Özerklik ilanını bu tür şartlara bağlamak ya da özerkliği önce ilan et sonra “vazgeçtim” demek yanlış.
Seçimlere katılacaksın, Meclis’te “önce koalisyon sonra iktidar olmayı” hedefleyeceksin sonra da silaha dayalı özerkliği ilan edeceksin bu ikisi bir arada yürümez, yürümüyor da! PKK silah eşliğinde hem özerklik ilanlarını sürdürür hem de seçimlere katılan HDP’ye “iktidara gelmeyi hedefle” derse olmaz! Madem özerklik ilanı ile “Ankara’daki merkezi hükümeti tanımıyorum” diyorsan o zaman neden seçimlere katılan HDP’yi destekliyorsun?
Elbette başka sorular da var. Bu koşullarda seçim yapılır mı? Seçim hükümetinin bile aslına uygun kurulamadığı, savaşın ağırlaştığı ve giderek daha da ağırlaşacağı koşullarda seçim olur mu? Olursa özgür, demokratik olur mu? Olmaz! Mecliste 80 vekille yer alan HDP’ye cüzamlı muamelesi yapılırsa, Kürtler de sandık heyecanı kırılmaz mı? “Ne yanı 80 vekille gittik de ne oldu” demezler mi?
Üçüncüsü; öncelikle kanın durdurulup provokasyon ortamının zayıflatılarak “terörle savaşıyorum” silahının devletin elinden alınması lazım. PKK tek yanlı silahlı mücadeleyi Kuzey’de durdurarak bu adımı atmalıdır. PKK’den gelen açıklamalar seçim öncesi bu eğilim de olduğunu satır aralarında okuyoruz.
Çözüm ama silahsız çözüm şiarıyla başta 6 milyon oyu ve 80 vekiliyle HDP olmak üzere tüm Kürdistanlı yapılar sivil itaatsizliğin yol ve yöntemlerine odaklanmalıdırlar. Mücahit Bilici’nin “Kürdistan’ı harabeye çevirmek” başlıklı yazısında:
“Öyle bir savaş yürüt ki savaş olmasın. Öyle bir savaş yürüt ki senden olmayan herkesin vicdanı senin tarafında olsun. .. Kürtlerin Türkiye devletine merhamet dilencisi olmaktan çıkacağı, onurlu bir sivil mücadele başlat” diyor.
Benzer bir yönelim daha önce “Ortak Akıl” toplantısı başta olmak üzere birçok ortak toplantı ve konferansta dile getirildi, ana hatlarıyla hem fikir de olundu. Talepleriyle, sivil itaatsizlik mücadele tarzı önerisiyle Kürdistan’daki siyasal yapılar, sivil kurumlar ve rusipiler şunun üzerinde hemfikir olmuşlardı: Kürt diliyle ana dilde eğitim-öğretim, Kürdistan’a siyasal statü, Kürtlerin ve yok sayılan diğer halklar ile inançların anayasada varlığının kabulü ve şartsız bir genel siyasi af gibi talepleri ortak bir deklarasyonla Kürdistan, Türkiye ve Dünya kamuoyuna sivil itaatsizlik mücadele eşliğinde duyurulması!
Bu duyuru ile PKK’ye Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleye son vermesi çağrısı yapılırken, devlete ise; fiili OHAL’e son vermesi, Özel tim ve Komando birliklerinin acilen Kürdistan’da geri çekmesi çağrısının yanı sıra yukarıda özetlenen temel taleplerin kabulü için makul sürenin tanınması. Bu sürede Devletin adım atmaması halinde Kürdistan ve Türkiye metropollerinde kitlesel sivil itaatsizlik eylemlerinin geliştirilmesi!
Diyarbakır’da milyonların katılacağı sivil direnişe rağmen Devlet yine adım atmaz ve üstelik sivil kitle eylemlerine silahlı saldırıda bulunmaya kalkarsa kimliklerin yakılması dahil yaratıcı yeni sivil mücadele tarzlarıyla mücadele geliştirilebilinir.
Böylesine savaş olmayan savaşla hem Yozgat, Bolu, İzmir’deki asker annenin, hem de Kürdistan’daki gerilla annesinin yüreği ve desteği arkalanır. Hatta bu mücadele tarzıyla, “teyzem bilmem mi? Zengin olan asker olur mu? Olmaz! Zengin olan asker de olmaz şehitte olmaz” diyen ordu ve polis içinde de belli bir desteği arkalayabilir. Kısacası çözümü burada aramak lazım, silahlar eşliğin şimdi ilçelerde denenen ve yıkımına yol açan özerklik ilanında değil.
Dördüncüsü; bu başarılabilinirse hem devletin elinde iç ve uluslar arası kamuoyu nezdinde kullandığı “terörle mücadele ediyorum” silahı alınır hem de maskaralığa çevrilen çözüm meselesi rayına oturtulabilinir. Böylece yıllardır “çözüm çözüm” diyen devlet ve AKP’nin Kürt/Kürdistan meselesinin kendisine değil sadece sonuçlara odaklı politikaları da aşılarak meselenin kendisiyle yüz yüze bırakılabilinir. Kürdistanlı siyasal yapılar, STK ve rusipilerimiz olarak hepimiz çözüm ararken bunun üzerinde düşünmeliyiz.
Eğer “terörle mücadele ediyorum” silahı devletin elinde alınırsa Devlet adım atmak zorunda bırakılır çünkü MİT bile şunları rapor etmişti geçmişte:
Avni Özgürel Neşe Düzel ile aynı röportajında, “MİT’in devlet analizi nedir?” sorusuna, “analizde dendi ki, eğer Türkiye demokratikleşmezse, bu yolda değişimini tamamlamazsa ve Kürt sorununu çözmezse, 21. yüzyılın ikinci çeyreğini bütünlük halinde göremez. Parçalanır.. Bu sorunu ya çözersin ya bölünürsün’ diyor MİT”!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.