Hukukun emri; şerefli yaşamak, kimseye zarar vermemek ve herkese kendisinin olanı vermektir.
Dört-beş yıldır toplum, olağan dışı yargılamalarla boğuşuyor. Davalar eski ayrılıkları birleştirdi; yeni farklılıklar yarattı; siyasal hayatın uzağında kalanları içine aldı.
Maşa olduğu belli olanların davasıyla, sanıkları arasında generallerin de bulunduğu dava birleşti. İki yüzden fazla sanıklı davada kimlik tespiti haftalar aldı! Emekli ve muvazzaf orgeneraller, yüzbaşı ve astsubaylar sivillerle birlikte ‘Ergenekon’ davasında yargılanırken yeni davalar geldi: 12 Eylül davası başladı, 28 Şubat’ınki soruşturma aşamasındayken emekli orgeneralle yüzbaşıya kadar inen emekli ve muvazzaf askerler tutuklandı.
İşin aslı ‘memleket’
Olağan dışı olaylar, doğal olarak olağan dışı davalar yaratmıştı. Dava konuları, üç beş kişinin, bir iki aileye karşı fiilleri değil! Devletin, halkın ve ülkenin işleri düşünülerek, bireylere karşı suçlar da işlenmişti ama işin aslında ‘memleket’ vardı. Sanıklar arasında şüphesiz kişisel çıkar sağlamak isteyenler vardır ama sanıklar ‘endişe’yle ‘memleketin halini’ düşünmüşler, doğru yöndekiler gibi yanlış karar verenler de olmuştur!
Bu davaların, özelliklerine uygun özel yargılama usulleri konulup uygulanamaz; o takdirde ‘doğal yargı’ ilkesi, bugünkünden daha vahim surette ihlal edilmiş olur.
Bu durumun sakıncasız düzeltilmesi olası değildir. Gerçekleşse de gerçekleşmeyip düşünce halinde kalsa da darbe, büyük yaralar açar; bizde de açmıştır. Zaman içinde azaltılabilir ancak zararsız darbe girişimi ve düşüncesi olmaz.
Bugünkü gibi, davaların ve sanıkların sayısını çoğaltmak, dava süresini uzatmak zararı da çoğaltır. Birçoğunuzun karşı çıkacağını bile bile yazacağım: Toplum zararını azaltan yollardan biri; yasanın belirtilecek maddelerinde yazılı fiillerin, beş altı veya daha eski yıllardaki faillerini affetmektir.
Zararın arttırılmasının örneği ise Meclis’in evvelki hafta aldığı karardır. Darbelerin, ‘tüm boyutları ile araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla’ Meclis araştırması açılmasının, yarar getirmeyeceğinin anlaşılamamış olmasına şaşıyorum!
Mutlak itaat ve inkâr
Yargılamalarda karşılaşılan iki olay bana ters geliyor: Biri hâkimlerin ve savcıların, askerlikte astın üstün emirlerine mutlak itaat zorunluluğunu göz önüne almamaları ve diğeri de generallerin iktidarı devirme isteklerini inkâr etmeleridir.
İlk konu, askerlikte emirlere mutlak itaattir. Şu ibareler, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği’nin ‘Esaslar’ bölümünün maddelerinden alıntılardır:
“Mesleğin istediği mutlak itaati her ‘ast’ın gönül isteği ile yapması şarttır”, “Ast; amirin her emrini bütün tahammül kuvvetini sarf ederek istekle ve tam zamanında yapmaya mecburdur”, “Astın, aldığı bir emirden dolayı amirine mütalaada bulunması katiyen yasaktır”, “Alınan emir hiçbir kayıt ve şarta bağlanmaksızın ve hiçbir düşünceye kapılmaksızın yapılacaktır”. 24 kez değiştiği halde, değişmemiş bu hükümler karşısında, emirleri uygulayan subayların yargılamada ‘tanık’ yerine ‘suçlu’ sandalyesinde oturmaları açıklanamaz.
Diğer konu orgenerallerin uymadığı, Roma hukukunun kurallarından biridir: “Şerefli yaşamak, kimseye zarar vermemek, herkese kendisinin olanı vermek hukukun emridir”.
Üst subaylar, iddianameyi dinledikten sonra, “Ben bu iddiaların özündeki görüşe sahiptim ya da sahibim; diğer yazılanlar teferruattır” diyerek savunmasına başlaması gerekirken iktidardan rahatsızlığını ve bu rahatsızlığının sonucu bazı tertiplerin içinde bulunduğunu saklamış olmasını, Roma hukuku ilkesine ters görüyorum. Hiç değilse bu orgenerallerden birisi bu gerçeği söylemeliydi. Beklentim buydu, şerefli davranış, yakışanı buydu! Bugün de aynını bekliyorum, geride bıraktıklarına, her koşulda doğruyu söyleyerek örnek olmak zorundadırlar.
Yargılamada askerliğin mutlak itaat ilkesinin göz önüne alınmaması ve orgenerallerin iktidarı değiştirme isteklerini inkâr etmeleri, olağan dışı davaları basitleştirdi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.