“Kirli eller daha temiz, temiz elli kirli yüreklerden’’ der şair Özdemir Asaf… Göçük altında yaşamını yitiren kirli yüzlü, kirli insanların yerüstündeki temiz elli kirli yüreklerden çok daha temiz olduğunu öğretti bize bu son maden cinayeti. Hiç şüphe yok ki bu bir kaza değil, steril yaşamlarımızı sürdürürken yüksek siyaset yapaduralım; öldüklerinde yaşadıklarından haberdar olduğumuz insanlar üzerinden vicdanlarımızı aklayalım… Hem bu yüzyılda hayat hızlı akıyor yarın vicdanlarımızı bahar kokulu ACE temizliğiyle pir-ü pak ederiz.
Soma’da 300’ün üzerinde madencinin öldüğü andan itibaren kime nefret duyuyorsak ona yöneldi öfkemiz. Sadece madenciler göçük altında kalmadı. Ortak bir acıyı bile paylaşamayan bizler kaldık o göçüğün altında. Vicdan diye ortalığa saçılan nefretimiz kaldı. Oluşturulan nefret, madencilerin ölü bedenlerinin üzerinden nemalandı bu kez. Yaşadıklarından haberimiz yoktu, ölünce yüksek siyasete katkıda bulundular işte. Ayağı taşa takılsa bunu Erdoğan’dan bilip, “istifa” diye bağıran çoğunluk için madencilerin kömür karası ölü yüzlerinden daha geçerli akçe ne olabilirdi? Öyle de oldu. Madenciler daha içerdeyken naralar atıldı, sokak çağrıları yapıldı anında. Ve vicdanların derinliklerine inerek öfke değil nefretin daha da çoğalması için girildi hemen devreye. Bu arada kimse gerçeği merak etmedi.
Nefret tamam, gerçek nerede?
Başta gazeteciler olmak üzere bölünmüş kıtalar üzerinden gerçeği görmezden gelip kendi doğrularını sürdüler piyasaya. Bu kazada sadece madenciler ölmedi, gazetecilik de öldü. Muhalif gazetecilik diye piyasaya sürülen kavram sayesinde slogan gazeteciliği kutsallaştırılırken, o kazada gerçekte ne olduğunu olayın üzerinden beş gün geçmesine karşın kimse bilemedi. İşin kolayı vardı, atarsın bir başlık kusarsın nefretini okur görür, tatlı bir haz alır yürür gidersin. Bir de kahraman olmak var ki değme gitsin. Ama “haber bunun neresinde?’’ diye soran çıkmıyor artık. Devir en afili nefreti manşete koyup rahatlama devri.
Elbette bu kazanın sorumlularından biridir siyasi iktidar. En az o madeni işletenler kadar. Her şeyden önce, kazanın nedenlerini süratle bulup sorumluları adalete teslim etmekle yükümlüdür iktidar. Ve bu kazaya neden olan ihmalleri halkla paylaşmalıdır. Çalışma Bakanlığı tarafından Mart ayında denetlendiği söylenen madende suistimal varsa başta Çalışma Bakanı olmak üzere bütün sorumlular istifa etmelidir. ‘’Kader’’ diyerek geçiştirilemez bu cinayet. Daha başka cinayetlerin işlenmemesi adına öncelikle bu yapılmalıdır.
Elbette bu kazada ölenlerin ailelerine sahip çıkılacak. “Ailelere sahip çıktık, onları ortada bırakmadık” demekle bu iş bitmez. Bitmemeli… Dicle kenarında kaybolan bir kuzunun sorumluluğunu alan iktidar bu kazanın da bütün sorumluluğunu üzerine almalı.
Her ay 30 işçi ölüyor
Belki farkında değilsiniz, bu ülkede her ay ortalama 30’a yakın işçi hayatını iş kazalarında kaybediyor. Eğer bu konuyla özel olarak ilgili değilseniz hiçbir ölümden haberiniz bile olmuyor. Toplu ölüm olmadıktan sonra gazetelerin en kıyı köşelerinde bile yer almıyor bu haberler. Yaşadıklarından haberimiz olmayan insanların ölümlerinden de bihaber ediliyoruz. Sosyal medyada ya da gazetelerde yüksek siyaset yapabilmemiz için teker teker ölen işçilerin muhalif değeri pek yok sanırım. Böyle katliamlar olmalı ki herkesi derinden sarssın, birileri de muhalefet yapsın. Mesela Elbistan’da binlerce ton kayanın altında kalan ve üç yıldır cesetleri çıkarılmayan sekiz madenciyi çoktan unuttuk bile. Onların mezarı tonlarca kaya oldu.
Bu maden cinayetinde 300 madencinin ölümünden daha da acı olan ölenlerin yerini alacak, o maden ocağına girmek zorunda olan hazır kıta işçilerin olmasıdır. Ölümle yaşam arasında süregiden bir ekmek kavgasıdır bu. Kazanın olduğu maden ocağını kapatın; önce ölen madencilerin arkadaşları sokağa dökülür, “Ekmeğimizi elimizden almayın” diye. Bursa’nın Kemalpaşa ilçesinde 19 işçiye mezar olan kazadan sonra hatırlayın, oradaki maden bir süre kapatılmıştı. Maden işçilerinin eylemiyle yeniden açılmak zorunda kalmıştı.
Tuzla Tersaneler bölgesinde ise, gemi işçileri ölürken bir tanıdığım bana asfaltta gemi yaptığını anlatmıştı övünerek. Talep patlaması vardı ve denizcilikte ileri olan Norveç gibi ülkelere gemi satıyorlardı. Norveç’te iş gücü pahalıydı onun yerine burada yaptırıyorlardı gemilerini. Medeni bir ülkenin ikiyüzlülüğü böyle oluyor işte. Ölen işçilerin kanlarıyla dolaşıyorlar dünya denizlerini çok medeni bir şekilde. Oysa insanlığın sınırı yok.
Hiç unutmam. Yine bir tersanede kaza olmuş gemi işçileri ölmüştü. Yıllarca Türk-İş Genel Başkanlığı yapan Bayram Meral tersanenin patronuyla kaza yerini gezmeye gelmişti. Bizde adettir en yeni sendikacı bile 30 yıllıktır. Bayram Meral, CHP’den vekil olunca el mecbur sendikacılığı bırakmıştı. Tersanenin kapısına yaklaştığında dışarda bekleyen biz gazetecilere “Bu kazada…” diye başlayan cümle kurunca ben de kendisine “Siz buna kaza mı diyorsunuz?” dedim. Bu sorumu birkaç kez tekrarlayınca “Bana patronlar işçi öldürüyor dedirtemezsiniz” diye veciz bir söz söylemişti. Bir işçi liderinin böyle algıya sahip olduğu ülkede işçiler tek tek ya da toplu ölüyor işte…
Bu maden kazası ve sonrasında yaşananlar yıllar önce yazdığım yazıdaki bir cümleyi hatırlattı: “İnsanlar ölmediği sürece çürümüş vicdan, ölülerin de umurunda olmaz”.(Serbestiyet)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.