28 Ekim 1923. Mustafa Kemâl ve bazı milletvekilleri beraber akşam yemeği yemektedirler.
Sohbetin sonlarına doğru Mustafa Kemâl 'Türkiye devletinin şekli, hükümet-i Cumhuriye'dir' ifadesinin anayasaya konacağını bildirir.
Ertesi gün 334 vekilli Meclis'te yalnızca 158 vekil bulunmasına rağmen bu ifadenin anayasaya eklenmesine karar verilir. Yasalara göre yapılan değişiklik için 2/3 çoğunluk gerekirken, bu şart dahi aranmamıştır. Böylesi önemli bir kararın alınacağından habersiz olduğundan Meclis'te yer almayan 176 vekil, cumhuriyetin 'ilan'ını ertesi gün gazetelerden öğrenir.
Mustafa Kemâl, Nutuk'ta cumhuriyeti nasıl 'kurduklarını' şöyle anlatır:
'Yemek yenirken; 'Yarın cumhuriyet ilan edeceğiz!' dedim.
Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. Hemen o dakikada nasıl davranılacağı üzerinde kısa bir program saptadım ve arkadaşları görevlendirdim. (...)
Baylar, görüyorsunuz ki cumhuriyetin ilanına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı çağırmaya ve onlarla görüşüp tartışmaya gerek görmedim. Çünkü, onların öteden beri ve doğal olarak bu konuda benim gibi düşündüklerinden kuşkum yoktu.'
Birinci Meclis'teki muhalefetin öncü isimlerinden Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey'in Mustafa Kemâl'in özel muhafız alay komutanı olan Topal Osman tarafından katlinden cumhuriyetin ilanına kadar gelen süreçte Mustafa Kemâl pek çok meseleyi arkadaşlarına yani mebuslara sormak gereğini duymadı; kendisiyle aynı fikirde olduklarını farz etmeye devam etti.
Cumhuriyetin ilanının ardından hem devlet hem de parti başkanı oldu.
Üç mebus hariç İkinci Meclis'e girecek vekillerin hepsini bizzat belirledi.
Cumhuriyetin ilanı, kurulacak tek parti rejimi diktatörlüğünün başlangıcı anlamına geliyordu.
Cumhuriyet rejimiyle hiçbir sorunu olmayan, hatta destekleyen mebusların rahatsızlığının kaynağında, cumhuriyet rejiminin kendisi değil, cumhuriyetin oldubittiye getirilerek kurulmasından ötürü 'gelmekte olan'ı olanca kuvvetiyle hissetmeleri yatıyordu.
Takriri Sükûn Kanunu'ndan İstiklâl Mahkemelerine, Şark Islahat Planı'ndan Dersim katliamına kadar hâlâ yansımalarını telafi etmeye çalıştığımız uygulamaların bu dönem içerisinde gerçekleştirildiğini düşününce endişe etmekte ne kadar haklı olduklarını bir kez daha anlıyor insan...
Öyle ki, Millî Mücadele'nin önde gelen kahramanlarından Kâzım Karabekir bile kendisini 'cumhuriyeti kutlayamayanlar' sınıfına ait gördüğünü şu ifadelerle dile getirmiştir:
'Ben hem mebus hem de bir ordu kumandanı olduğum halde bana da kimse bir şey bildirmemişti. Bu vaziyet haklı olarak halkı da orduyu da telaş ve endişeye düşürdü. Daha dün yüreğine ferahlık verdiğim zatlar benden bu şeklin manasını soruyorlardı. Bu vaziyette tabii cumhuriyetin ilanını ertesi gün dahi kutlayamadık.'
Cumhuriyet, Türkiye için benim de doğru bulduğum bir yönetim biçimi. Ancak merkezi, demokrasiyle tahkim edilmediği takdirde zulümlerin perdeleyicisi olarak da işlev görebilecek bir 'büyük gösteren'. Ne yazık ki, bu işlevin ne kadar ileri gidebileceği de tarihimizdeki örneklerle sabit.
Bu minvalde demokratik bir cumhuriyeti tesis edene kadar, cumhuriyet herkesin 'benim' diye benimseyebileceği bir hüviyete kavuşana kadar 'bayram coşkusu' hep biraz yarım kalmaya mahkûm...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.