Birçok açıdan geçmiş Cumhurbaşkanı seçimine oranla 2014 seçimleri farklılıklar içeriyor. Odağında parlamenter sistem mi yoksa başkanlık sistemi mi, bununla bağlantılı emperyal hedefleri de bulunan Neo Osmanlılık mı yoksa mevcut cumhuriyet rejiminin aynen devamı mı tartışmasının bulunduğu; Kürt/Kürdistan meselesinin bölgesel düzlemde işgal ettiği yer ve Türk devletinin çözüm yönünde adım atma zorunluluğu gibi gelişmelerle öncekilerden farklıydı. Cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçiliyor olması da diğer farklılık olarak eklenmelidir.
Bugüne kadar esas Türk siyaset kadrosu açısından önem taşıyan cumhurbaşkanı seçimi bu kez Kürtlerin de doğrudan ilgilendiği bir mesele haline geldi, getirildi çünkü en büyük Kürt partisinin hedefine Türkiyelileşme konulmuş ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kürt siyaset kadrosundan Selahattin Demirtaş adaydı. Bu durumda ÖSP olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkı sandığa gitmemeye çağırmıştık. Gerekçemiz ise özetle;
“Erdoğan ile İhsanoğlu arasında ya da Doğu despotik başkanlık sistemi ile katı merkeziyetçi Kemalist üniter parlamenter sistem arasında bir seçim yapmak zorunda olmadığımızdan”… HDP adayı Demirtaş’ın adaylığı konusunda ise: “Proje olarak HDP’yi doğru bulmadığımızdan; HDP’nin izlediği Kürdistan siyasetini birçok açıdan sorunlu ve savunulamaz gördüğümüzden; Irak’ın parçalanmayla yüz yüze geldiği ve Bağımsız Kürdistan’ın tartışıldığı bu evrede HDP doludizgin “Türkiyelileşme” siyaseti izlediğinden, yurtsever halkımızı sandığa gitmemeye çağırıyoruz!” demiştik.
Halkı sandığa gitmemeye çağrımız, DBP, bazı Türkiyeli sosyalist yapılar ve hatta kimi yoldaşlarımız tarafından doğru bulunmadı. Peki, ne oldu, seçim sonuçları ne diyor?
ÖSP olarak, Kürdistanlıların adayı olan ve Kürdistan ittifakının ortak paydalarına dayanarak oradan Türkiye halkına da seslenen bir Kürt adayı desteklerdik. Ya da Türkiye sosyalist hareketi kendi arasında Türkiyeli bir aday çıkarmış olsaydı yine yol haritasına bakarak destekleyebilirdik, hatta sol sosyal demokrat bir adayın da açıklayacağı programına bakıp destekleyebilirdik ama Demirtaş’ı desteklemedik, desteklememiz doğru olmazdı. Neden?
Birincisi; Demirtaş Kürt siyasetçisi olarak entegrasyonu geliştirecek olan Türkiyelileşmeyi savunuyor ve HDP Eş Başkanı olarak Türkiyelileşme projesinin adayıydı. Türkiyelileşmeye ise başından beri karşı çıktık. Bununla ilgili iki yazı yazdım tekrarlamayacağım. Bir cümle ile özetlersek; Türkiyelileşme demek eşittir asimilasyonun ana taşıyıcısı entegrasyon olduğu için, dolaysıyla içi boş bir kardeşleşmeyi içerdiğinde karşı duruyoruz.
İkincisi; Demirtaş bir Kürt siyasetçisi olarak, Türkiye radikal solun veya sol sosyal demokrasinin adayı idi. Demirtaş’ın seçim bildirgesi ve propagandasının ana hatları yani Türkiye halklarına ve Kürt meselesine ilişkin ufku ve sunumu, Türkiye sol sosyal demokrasinin bakışıyla sınırlıydı. Bu sunumu, bir Türkiye sol sosyal demokratı yapsaydı ileri bir adım görüp desteklenebilirdi ama Kürt kimliği belirgin bir siyasetçinin Kürtler adına da yapması kabul edilmezdi. Tekrar da olsa ekleyeyim:
Demirtaş’ın hedefleri, bir sol sosyal demokrat adayın Türkiye toplumu ve Kürt meselesine ilişkin çözüm yaklaşımları olarak ele alındığında şerhli olarak desteklenebilirdi. Fakat Kürdistan’da Kürtlerin adayı olarak görülüp desteklenen, destek istenen bir aday olarak desteklenemezdi çünkü Demirtaş ve HDP, Türkiyelileşmeyi esas alarak Kürt meselesine bakmış, başka bir vurgu ile Türkiye’yi merkezine alarak Kürt meselesine çözüm araması itirazımızın esasını oluşturur.
Üçüncüsü; dikkat edilirse, Türkiyelileşme projesi sadece Türkiye sosyalist hareketinin değil AKP’den MHP’ye varana kadar rejim partilerinin de övgülerini aldı, Demirtaş’ın seçim propagandası ile bu daha belirgin olmaya başladı. Örneğin:
Beşir Atalay; “Demirtaş daha Türkiyeli. BDP-HDP, kurulduğundan beri ilk defa bu kadar anlamlı bir işlev görüyor” diye belirten;
MHP milletvekili Sinan Oğan, “bu seçim, Demirtaş’ın kişiliğiyle HDP’yi Türkiyelileştirdi. Etnik temele dayalı rijit yapıdan, sistemle uyumlu partiye dönüştürdü. Bu Türkiye için kazanımdır” diyen;
Bunula da yetinmeyip geleceğe dönük olarak da “Siyasi tarih açısından önemli nokta ise şu: Demirtaş gibi bütün isimlerin bütün topluma mal olması için yapmaları gereken kendi kökenleri ile bir tür kavga etmeleri ve sonra bir tür kopuş yaşamalarıdır” (Gökhan Bacık) diye Demirtaş’a köklerinden kop çağrıları çıkartan siyasal iklime adım attıkları için Türkiyelileşme projesini eleştirdik ve Demirtaş’ı desteklemedik. Anlayan anladı ama anlamayana ne diyelim!
Daha önce, “ilginçtir ‘Türkiyelileşme’ hedefi; devlet, hükümet, Kürt muhalefeti ve Türkiye sosyalistleriyle herkesin ortak politik hedefi haline geldi, getirildi. Yani ‘Türkiyelileşme’ hedefi; devletçilerin, ümmetçilerin, sosyalistlerin ve Öcalan’ın üzerinden çıkış aradığı bir kavram haline getirildi’ ve bu kadar farklı hatta karşıt kesimlerin aynı projeye olumlu bakmaları hayra alamet değil” dediğimizde birçok kimse bize kızmış haksızlık yaptığımızı belirtmişti. Acaba cumhurbaşkanlığı seçimi boyunca hükümet yetkililerinden, MHP, CHP vekillerine ve köşe yazarlarından siyaset yorumcularına varana kadar HDP’nin Türkiyelileşme yönelimine ve Demirtaş’ın seçim propaganda diline bu kadar övgüler dizmesinin üzerinde hiç mi hiç düşünülecek bir durum yok?
Türkiye Sol Sosyal Demokrat Partisi Olarak HDP ve Sol Lider Olarak Demirtaş Başarılıdır ancak…
Türkiye sol sosyal demokrat (HDP) adayı olarak Demirtaş başarılıdır. Oy oranını Kürdistan’da korurken Batı metropollerinde %50 artırmak bu başarının en belirgin öğesidir. Bu başarıda;
Bir; “Sol” olarak algılanan ve bilinçli olarak öyle sunulan CHP’nin, devletin kurucu partisi olarak gerçekte hep en sağ, en gerici, en diktatör yani en halk/halklar karşıtı politik icraat içerisinde olması gerçeği nedeniyle, Türkiye’de ki sosyal demokrat parti ve muhalefet boşluğunun cumhurbaşkanlığı seçimlerinde daha belirgin yaşanması.
Üstüne üstlük CHP’nin bir süreden beri güçlü işaretlerini verdiği yeni Milliyetçi Cephe yönelimine nihayet MHP ile seçim ittifakı yapması üzerinden ilk adım atması; önemlisi ittifakın adayı olarak gösterilen Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, Erdoğan ile aynı kumaşın farklı desenleri olmanın ötesinde hiçbir farkının olmaması. Hatta gerek temel hak ve özgürlüklerde gerekse Kürt meselesinde olsun İhsanoğlu’nun, Doğu despotik Erdoğan’a oranla katı devletçi tutumuyla daha geri bir profil sunması söz konusuydu. Kısacası dün de var olan sosyal demokrasi, özelde de sol sosyal demokrasi boşluğunun 10 Ağustos seçimlerinde daha belirgin kendini açığa vurması ve Demirtaş adaylığı ile HDP’nin buna oynaması, Batı metropollerinde başarıyı getirmiştir.
İki; Dolaysıyla Erdoğan’ın Doğu despotizmi ile İhsanoğlu’nun ulusalcı-faşist ittifakının kıskacında alternatifsiz kalan Türkiyeli ilerici, demokrat, sol, sosyalist güçler, HDP adayı Demirtaş’ın sol sosyal demokrat seçenek sunması üzerinden aradıklarını buldular. Türkiye laik, demokrat, ilerici, sosyalist damarı HDP adayı üzerinden aradığını bulmuştu. Sosyal demokrasi seçeneğini temsil eden Demirtaş, Erdoğan-İhsanoğlu kıskacında belirttiğim kesimin tercihi haline gelmişti. PKK’nin Kürdistan’daki tabanı ise “dur bakalım Serok’un ve hareketin bir bildiği vardır” diyerek desteğe devam demiştir.
Üç; HDP başarısında bütün bunlara ek olarak Demirtaş’ın sergilediği siyasal performans ile kampanya boyunca kullandığı uzlaşmacı, Türkiyelilik dilini eklemeliyiz. Alevilere, sömürülenlere, baskı gören kadınlara, LGBT’liler gibi ezilen ve kimliklerinden dolayı dışlanan tüm kesimlere seslenen propagandası özellikle İstanbul, İzmir gibi laisizmin güçlü olduğu kentlerde ciddi bir karşılık buldu.
Demirtaş’ın Batı’ki başarısının altında yatan ana unsuru Fuat Keyman; “Kürt sorununda artık ‘ayrılık’, ‘ayrışma’ dilinin Türkiye’nin her tarafında bitmesi gerekliliği ortaya çıktı; buna karşın, ‘her kesim için demokrasi, çoğulculuk, adalet ve vicdan dili’, sorunun çözümünün merkezine oturdu” diyerek özetleyecekti. Kürdistan meselesinin HDP üzerinden “her kesim için demokrasi, çoğulculuk, adalet ve vicdan dili” meselesine indirgemesiyle Demirtaş ve HDP kazandı ama Kürtler, Kürdistan siyaseti kaybetti.
Zaten HDP’nin aldığı oya bakılırsa yerel seçimlere göre oylarını esas olarak Türkiye’nin Batı metropollerinde ciddi arttırdığı görülür. İstanbul ve İzmir gibi toplam seçmenin % 25’ni içeren bu iki metropol kentte oylarını yüz de yüz arttırması başarının esasını oluşturur. Dikkatle bakıldığında Demirtaş, Kürdistan’da (kimi yerde artış, kimi yer de düşmesiyle) oyunu genel olarak korurken; Türkiye metropollerinde özellikle de belirttiğim iki kentte oyunu ikiye katladı.
Belirttiğim alanlarda oy artışının temelinde neler yatmaktadır sorusunu yukarıda özetledik sadece şunu ekleyelim:
Türkiye toplumunun belirttiğim kesimleri, HDP adayı Demirtaş’ın seçimde esas vurgusu olan ve basınında ısrarla öne çıkardığı Türkiyelileşme yönelişine ve “yeni yaşam” çağrısına destek vermiştir. “Demirtaş dilini ve yüzünü Türkiye’ye döndürdü, Türkiye de onu dinledi” vurgusu durumu özetliyordu.
Dört; Demirtaş’ın açıkladığı program ve kullandığı propaganda diliyle Türkiye sosyal demokrasinin potansiyel kitlesini hedeflemesi, CHP’nin MHP ile ittifakı ortaya çıkınca Batı metropollerinde geçmişe oranla daha fazla kabul gördü. Öyle ki siyasetçi, yazar ve yorumcular:
*"Demirtaş'ın kendi partisini ve davasını aşan kabul görürlüğüyle solda yeni bir lider olarak var oluşunu çok önemsiyorum"( CHP'li vekil Melda Onur);
*“Karşımızda ‘bir Kürt siyasetçisi’ veya ‘bir Kürt sorunu siyasetçisi’ değil Türkiye’nin temel sorunlarına demokrasi, eşitlik ve adalet içinde çözümler üreten bir siyasi lider var” olduğu için… (Gökhan Bacık);
*“Ama endişeye gerek yok. Türkiye yeni bir sol lider kazandığı için hepimiz sevinmeliyiz” (Aslı Aydıntaşbaş);
*“Türkiye’nin bütününe seslenebildiği oranda etki alanını genişleten Demirtaş” diyen ÖDP Eş Genel Başkanları (ki bu yönlü açıklamalar çoğaltmak mümkün) Türkiyelileşme yönelimini destekleyip Demirtaş’ın Türkiyelileşme projesi içerisindeki ilerleyişine övgüler dizmişlerdir.
Kürtler geçmişten günümüze Türkiye için çok ama çok siyasetçi yetiştirdi, Demirtaş ve partisi de bu yolda ilerliyor. Haydi hayırlısı!
Ortadoğu’da bağımsız Kürdistan, gündemin öne çıkan maddesiyken, Kürt siyaseti, IŞİD saldırısı üzerinden fiilen ortaklaşmaya yönelirken; Demirtaş, HDP adayı olarak Türkiyelileşmeye odaklanıp Kürdistan’daki ulusal potansiyeli de peşi sıra bu entegrasyon sürecine taşıması elbette Türk siyaset kadro ve yazarlarından övgüler alacak.
HDP adayı Demirtaş seçimde Batı metropollerinde başarıyla çıkmıştır ama yaklaşan genel seçimlerde aynı başarıyı gösterip göstermeyeceği belli değil, zira HDP’ye oy veren CHP seçmenin kendi partisine dönme ihtimali vardır. HDP’ye verilen oyların ödünç mü yoksa kalıcı mı olduğu önümüzdeki seçimde görülecek. HDP’nin Türkiyelileşme yöneliminde ısrar etmesinin yanı sıra eğer ciddi bir ekonomik krizi de arkalarsa Batı’da CHP’den ve genelde sosyal demokrat tabandan aldığı oyu koruyabilir hatta artırabilir.
ÖDP Eş Genel Başkanları, HDP’nin Türkiyelileşme yöneliminde ki karalılığı ve başarısından güç alarak, “birleşik bir direniş seçeneğinin yaratılması seçim sonuçlarının da önümüze koyduğu en acil görevdir. Selahattin Demirtaş’ın başarısı bu anlamda bir işaret olarak okunabilir” diyerek Türkiye sol sosyal demokrasi seçeneğinin yaratılmasına omuz vereceğini beyan etmişlerdir. Benzer beyanlar önümüzdeki süreçte güçlenebilir.
Demirtaş’ın söylemi ve HDP bileşenlerinin duruşunda, sol tercihin ağır bastığı görülüyor ki bu genelde biz komünistleri sevindirir fakat Kürdistan sol, sosyalist hareketi olarak değil de Türkiye sol sosyal demokrasi hattını örmeye dönük duruş bizi uzaklaştıran ana faktördür.
Sonuç olarak, HDP, Öcalan’ın çizdiği Türkiyelileşme hedefinde önemli bir mesafe alırken, Kürt ulusal özgürlük kitlesini de bu süreçte arkalayarak yoluna devam etmek istiyor. Türkiye’de sol sosyal demokrat partinin kurulup güçlenmesi bu süreçte olumludur, olumsuz olan bunun Kürt siyaseti ve potansiyeli üzerinden kurularak, ulusal demokratik hareketin Türkiyelileştirilme basamağı yapılmasıdır. Kısacası Türk devletinin başından beri hedefi olan Kürt siyasetinin Türkiyelileştirilmesini, şimdi PKK üzerinden sürdürmek istiyor. Başarır mı? Göreceğiz.
Erdoğan’ın gerek metropollerde gerekse Kürdistan’da Kürtlerden oy almasını, Demirtaş’ın ise, Kürdistan’da oyunu koruyup Batı’da laik ve hatta Kemalist damardan destek alarak oyunu artırması, Türk rejiminin entegrasyon hedefinin başarısı olarak okunmalı.
Erdoğan’ın birinci turda köşke çıkmasıyla beraber “başkanlığı ver özerkliği al” propagandası da çökmüştür ki biz başından beri bu propaganda ve iddialara inanmamış ve “Erdoğan ikinci tura kalsa bile Kürtlerle somutta da PKK ile özerklik pazarlığına oturmayacağını” belirtmiştik.
Kemalist rejimin aşıldığı, ikinci Cumhuriyete fiilen geçildiği tartışmalarını ise erken buluyoruz. Burası Ortadoğu yani sabah-akşam stratejik ittifakların değiştiği bir coğrafyadan söz ediyoruz.
Şunu da ekleyelim: seçimlere katılımın % 72’lere kadar gerilemesi yani 15 milyon seçmenin, yerel seçimlere göre ise 7 milyon seçmenin sandığa gitmemesi biz ve diğer sandığa gitmeme çağrısı yapan partilerin doğrudan başarısı değildir. Türkiye’de de artık sandık demokrasisinden kopan kitle giderek büyüyor, buna birde yaz tatili ve CHP ile MHP’nin ittifakı eklenince sandığa gitmeme oranı büyümüştür.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.