Kürt sorununun çözümünü siyasal çıkarlara feda etme anlayışı yine o korkulan sonuca yol açtı. İlkesizliğe, siyasi aymazlığa ve o müthiş iş bitiriciliğe dayalı siyaset tarzı bir kez daha ölüm getirdi.
Askerlerin açtığı ateş sonucu Lice’de iki yurttaş yaşamını yitirdi.
Oysa çok eski değil, bundan bir yıl önce başlatılan Çözüm süreci büyük beklentilere yol açmış, bununla Kürt sorununun barışçıl çözümü yönünde yaygın bir umut yaratılmıştı. Ne var ki aradan fazla bir süre geçmeden Çözüm Süreci’nden geriye çatışmasızlık dışında hiçbir şey kalmamıştı. Bu çıplak gerçeğe karşın, hükümet, çözüm sürecinde yaşanan tıkanmayı hiçbir zaman doğru dürüst kabul etmedi ya da kabul etmek istemedi. Ona göre silahların patlamaması ve cenazelerin gelmiyor olması tek başına yeterliydi. Ve bu durum sürecin devam ettiğinin somut bir göstergesiydi.
Zaman zaman dile getirdiği kimi rahatsızlıklara rağmen Öcalan’ın da bu konudaki tutumu pek farklı olmadı. Öcalan’dan yansıyan açıklamalara göre heyetler gidip geliyor, yapılan görüşmeler her geçen gün daha çok derinlik kazanıyordu. Kendisiyle yürütülen görüşmelerin nitelikli bir müzakereye dönüşmesi an meselesiydi ona göre.
Hükümet, her şey yolunda gidiyor diyorsa ve Öcalan da bunu onaylayan açıklamalarda bulunuyorsa, o durumda herhangi bir kaygıya mahal yoktu. Toplumsal yaşam, kendi doğal akışını söz konusu aktörlerin hatırına ve onların istediği yönde pekâlâ değiştirebilirdi!
Bu siyasal yaklaşımın, yüzyıllık inkârcı zihniyetin tipik bir tezahürü olduğundan kuşku yok. Yüzyıl boyunca söz konusu zihniyet, toplumsal gerçekliği inkâr etmekle onu yok edeceğini, görmezden gelerek onu ortadan kaldırabileceğini varsaydı. Şimdilerde ise toplumsal gelişimi, elle yoğrulup şekil verilecek bir hamur yığını olarak görme gibi bir yanılgı söz konusu. Kendisine olağanüstü bir güç vehmeden AK Pati iktidarı, her şeyin kendi koyduğu takvim ve program içinde işleyebileceği havasında. Onlar Kürt sorunu çözüldü diyorsa Kürt sorununun çözülmüş olması gerekirdi. Keşke her şey bu kadar kolay olsa…
Siyasi fırsatçılık
Öte yandan Çözüm sürecinde hem hükümet hem de PKK inanılmaz bir derecede fırsatçı davrandı. Bu gün Kürt sorununda yeniden başa dönme riskinin bu kadar görünür hale gelmesinin temel nedeni söz konusu ilkesiz ve fırsatçı anlayıştır.
Hükümetin, Çözüm Süreci’ni silahların susmasına indirgediği bilinmeyen bir şey değil. Eğer böyle değilse, hükümetin çözüm yönünde daha fazla ne düşündüğünü apaçık ortaya koyması gerekir. Kürt sorununu daha fazla demokrasi perspektifi içinde çözmek istediğini sıklıkla ifade eden hükümetin, bu durumda örneğin hangi demokratik adımları atacağını kamuoyu ile paylaşması gerekmez mi? Demokrasiyi derinleştirmek gibi bir projenin halktan, kamuoyundan saklanacak ne tür bir sakıncası olabilir?
Gelinen aşamada Kürt sorununun çözümünü daha fazla ertelemek akıl karı değil. AK Parti’nin bu sorunu şu ya da bu seçim hesabına endekslemesi ne rasyoneldir ne de demokrasi etiğine sığar. Hiçbir mevki-kariyer ya da iktidarın bu gün yitirilen ya da yarın yitirilecek olan canların karşısında bir kıymeti harbiyesi olamaz çünkü.
Şu bir gerçek, geçen dönemde atılan onca adıma rağmen Kürt sorunu hala bütün yakıcılığı ile orta yerde duruyor. Bu koşullarda geçen her gün, sorunun yol açtığı kanamayı biraz daha artırıyor, çözüme ilişkin yaşanan patinaj umutsuzluk ruh halini derinleştiriyor. Kürt sorununun çözüm çabalarını erteleyerek zaman kazanma kısırlığının sorunu daha da katmerleştirdiğini söylemeye gerek yok
Öte yandan söz konusu süreçte PKK’nin de yapıcı bir rol oynadığı söylenemez. Aksine sürekli olarak bir gerilim siyaseti izledi. Kürt halkının kazanımlarından çok örgüt olarak süreçten nasıl güç devşiririm anlayışı ile davrandı.
Daha önce defalarca ifade ettiğim gibi, eğer silahlı mücadele devri kapandıysa o zaman yapılması gereken şey, hükümetle yürütülen pazarlıklardan bağımsız olarak, PKK’nın silahlı güçlerini, silahları tümden bırakma koşulları oluşuncaya kadar dışarıya, örneğin Kandile çekmesi olur. Bir silahlı çatışma riskini ve bununla bağlantılı provokasyon olasılığını tümüyle ortadan kaldırmanın yolu budur.
Diğer yandan karakol yapımına karşı tepki göstermek elbette yerinde. Ancak sergilenen pratik hiç de amaca hizmet eder gibi görünmüyor. Şehirlerarası yolları kapatmanın karakol yapımını engellemekle ne ilgisi var? Söz konusu eylemlerin karakol yapımını engellemek yerine daha çok da halkın -zaten yeterince sıkıntılı olan- yaşamını daha da sıkıntıya soktuğunu tespit etmek zor olmasa gerek. Bölgede günlerdir yaşanan yol kapatmalardan dolayı halk ciddi mağduriyetler yaşamakta, hastalar zamanında hastanelere ulaşmamakta, cenazeler defnedilecekleri yerlere götürülememektedir.
Öte yandan amaç gerçekten demokratik ve sivil bir hareket örgütlemek ise BDP/HDP gibi yapılar ne güne durur? BDP/HDP neden merkezi düzeyde bu eylemlerin başına geçerek yönetmez, olayların rayından çıkmaması için gerekli inisiyatifi kullanmaz ve gerektiğinde bu tepkilerin etkisini artırmak için diğer siyasal ve toplumsal kesimlerle bu eylemleri birlikte organize etmez? Eğer sorun salt siyasal ve grupsal beklentiler değilse…
Kürt sorununun çözüm beklentilerinin artmasına paralel olarak, sorunun daha çok kırılganlaştığı ve provokasyonlara açık hale geldiği bir başka gerçek. Bu tablo içinde sorunu şu ya da bu hesapla ötelemenin ya da onu kısır hesaplara feda etmenin vebali oldukça ağır olur. Hükümet, Diyarbakır Çalıştayı gibi günü kurtarmaya dönük girişimlerden medet ummak yerine, bu soruna ilişkin gerçek ve somut adımlardan oluşan bir yol haritasını bir an önce kamuoyu ile paylaşmalı.
Aksine herkese yazık olur. Yaşanan yıkımın altında hepimiz, ama en başta da hükümet kalır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.