Siyaseten olgunlaşmamış, toplum olmayı becerememiş bir ülkede Kürt meselesini aşmak bir yönüyle kolay. Halkın zaten kimliksel meselelerde seyirci kaldığı bu dünyada, devletin ve ilgili aktörlerin yeterli iradeyi sergilemesi barışı getirebilir. Türkiye’de PKK ile olan mücadele sonuçta on binlerce kişinin hayatına mal oldu… Ama PKK’nın karşısında paramiliter Türk milliyetçileri çıkmadı. ‘Türk tarafı’ meseleyi devletin sağduyusuna ve takdirine bıraktı. Bu bir avantaj… Ama barış gelse bile gerçek bir toplum olma yolunda daha çok yolumuz olduğunun da işareti.
Toplum olamamanın muhakkak ki tarihsel ve zihniyete dair nedenleri var. Ama onları yok sayacak halimiz de yok. Belirli bir geçmişe karşın ama aynı zamanda o geçmişle birlikte kendimize yeniden bakmak durumundayız. Çözüm süreci bu açıdan kendimizi olgunlaştırmanın aracı haline gelebilir. Süreç sadece bir siyasi çatışmanın çözülmesini, silahların susmasını, barışın gelmesini ifade etmiyor. Aynı anda kendi üzerimize düşünme ve konuşmanın yolunu açmaya ve ortak ahlaki zeminin derinleşmesine vesile. Demokrasi iktidara gelebilmenin veya azınlık taleplerini kuşatmanın aracı olarak alındığında epeyce sığ bir rejim. Demokrasinin toplumu derinleştirerek üretme kapasitesi olmalı ve bu da ahlaki meselelerde tüm halkı kucaklayan tartışma zeminlerinin oluşması demek. Çözüm süreci tarafları ahlaki sorgulamaya açık tutan konuların gündeme gelmesine ve sorumluluk bilinciyle taşınmasına vesile olabilirse, demokrasi yolunda asıl katkıyı sağlamış olacak...
Bu bağlamda ele alınması gereken sorulardan biri Kürt siyasetini muhatap alıyor. Haklı olanın hakkını isterken gayrı ilkesel ve fırsatçı bir tavır sergilemesi durumunda taleplerinin meşruiyeti gücünü ve anlamını koruyabilir mi? Diğer bir deyişle Kürt siyasetinin bugün yürüttüğü siyaset, geçmişte Kürt halkının yaşamış olduğu haksızlığın ardına gizlenebilir mi? Geçmişe sığınıp bugün yapılan her şeyi aklamak ve mazur göstermek mümkün müdür? Eğer değilse bunun sınırı nedir?
Öte yandan bir başka soru da devleti, hükümeti ve kendisini Türk olarak tanımlayanları muhatap alıyor: Hak gasp etmiş olan taraf bugün meşruiyetçi bir yola girdi diye geçmişte yapılan haksızlık ortadan kalkar mı? Bugün iktidarın çözümü destekliyor olması Kürt halkının yaşamış olduklarını unutmalarını isteme hakkını bizlere verir mi? Hükümetin çözümü hedeflerken sadece bugünü değil, geçmişi de bir sorun olarak görüp ‘çözmesi’ gerekmez mi? Eğer gerekirse bunun sınırı nedir?
Eğer bu iki soruyu birlikte tartışabilirsek demokrat yaklaşımları davet etmek ve ortak ahlaki zemin inşasına katkıda bulunmak mümkün olabilir… Her iki sorunun içindeki ‘sınır’ kavramı aslında demokrasi dediğimiz sistemin de ruhunu temsil ediyor. Demokrasiyi bir karşılıklı talepler ve sınırlamalar mekanizması olarak görme kolaycılığından sıyrılmak gerek. Demokratlık kendimizi öteki ile birlikte yaşayabilme şansımızı korumak için sınırlamamız demek… Eğer bunu karşılıklı olarak yapabilirsek, çözüm süreci ile birlikte sadece Kürt meselesinde değil, diğer tüm meselelerimizde de büyük bir adım atmış olacağız.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.