Yalçın Akdoğan, geçen hafta özel bir televizyon kanalında yaptığı açıklamada bir soru üzerine İslam literatüründe Peygamber’i fiziken de gören saygın insanlara ithafen kullanılan sözcükten yola çıkarak, “Sahabe-i Kiram ile görüşmüyoruz. Ortada bir örgüt var.” dedi. “Birçok kişiyi...” diyerek yutkunup tamamlamadığı cümlesini “Olaylara karışmış bir örgüt var” sözleriyle tamamladı.
Yaşananlar tek taraflı değerlendirilince, Yalçın Akdoğan’ın baktığı şekilde görüleceği muhakkak.
Elbet, sürecin bir tarafı PKK ve bu örgüt 1984’ten bu yana silahlı mücadele veriyor. Hala silahı bırakmış değil. Şurası açık ki, PKK silahlı mücadele verirken birçok insan bu örgütün gerillalarının kullandığı silahlardan çıkan kurşunlarla yaşamını yitirdi.
Bu tamam da PKK kimle görüşüyor?
Yalçın Akdoğan’ın görüştükleri Sahabe-i Kiram değil de PKK’nin görüştükleri mi Sahabe-i Kiram?
Bu devleti yönetenlerin yürüttüğü politikalar sonucunda katledilen yüzbinlerce insanın sorumlusu PKK mi?
Bir kez daha “neden sonuç” ilişkisini detaylandırmadan kısa ve tek yanıt vermekte yarar var: PKK, bir neden değil, sonuçtur.
Neden, bu ülkenin tüm uluslarını, tüm etnisitelerini, tüm inançlarını “Türk-Müslüman-Sünni-Hanifi” yapmak için yola çıkanlardır.
Bu ülkedeki farklılıkları yok etmek için yola çıkanlar bu devleti yönetenler değil miydi?
Bu faşizan politikalar nedeniyle Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yüzbinlerce insan yaşamını yitirmedi mi?
Kürtler Palu’da, Ağrı’da, Zilan’da, Koçgiri’de katledilmediler mi? Dersim’de olduğu gibi mağaralarda fare gibi zehirlenmediler mi?
Bunları bırakın; son 30 yılda katlettikleri Kürt gerillalarının kulaklarından kolye yapanlar, gerillaların başlarını keserek poz verenler, katlettikleri insanları panzerlerin peşine takarak köy meydanlarında sürükleyenler ülkeyi yönetenlerin talimatlarıyla bu faşist uygulamalara, IŞİD’i bile aratan bu alçakça katliamlara imza atmadılar mı?
Sahabe-i Kiram tartışmasını, kimin yaşananlardan ne kadar sorumlu olduğunu bir kenara bırakarak şunu diyelim; “Çözüm Süreci” tüm bu kirli politikaların neden olduğu sonuçların bir daha yaşanmaması için var.
Durum bu ise eğri otursak bile doğru konuşacağız.
Ya ülkeyi kötü yöneten ırkçı zihniyetin neden olduğu bu politikalara sürdürülecek ve insanlar ölmeye devam edecek...
Ya da bu politikaları tümden ortadan kaldıracak ve bir daha yaşanmamasını garanti edecek adımlar atılacak...
Üçüncü bir yol yok...
***
Bazen soruyorlar; “Taraflar arasında güven ve samimiyet sorunu nasıl aşılacak?”
Cevabım hep şu oluyor; taraflar hem birbirlerine karşı samimi değil, hem de birbirlerine güvenmiyor. Hal böyle iken aşılması için niçin çaba harcasınlar?
Yüz yıllık geçmişi olan, son 30 yılda onbinlerce insanın yaşamına mal olan bir savaşın tarafları niçin birbirine güvensin, niçin birbirine karşı samimi olsun?
Ayrıca samimiyet ve güveni tesis etmeye dönük adımlara şimdilik gerek de yok...
Tarafların sonuçlardan yola çıkarak bunların bir daha yaşanmaması üzerine politika üretmeleri, sorumlu davranmaları yeter...
Tabi daha somut ve gerçekçi yaklaşımlar da geliştirebilirler.
Yani süreç, birbirine güven ve samimiyet ilişkisi üzerinden yürümüyor ise –ki yürümüyor– arada hakemlerin bulunması konusunda uzlaşabilirler.
Her iki tarafa eşit mesafede durabilecek, her iki tarafın attığı adımları somut biçimde gözleyebilecek, iş iyiye gittiğinde alkışlayacak, kötüye gittiğinde müdahil olup önleyecek, gerektiğinde kamuoyunu en sağlıklı biçimde bilgilendirip demeç savaşlarını ortadan kaldıracak, tribünlere oynamak yerine sorunun kalıcı çözümüne hizmet edecek hakemler niçin arada olmasın?
En akla yatanı benzer sorunların çözümüne aracı olmuş, uluslar arası deneyimi olan, çatışma çözümlerini iyi bilen ve mümkünse devletlerden de bağımsız şahsiyetlerin sürece yasal ve etkili bir biçimde müdahilliğini sağlamaktır.
Elbet süreci sıkıntıya sokan en önemli sorun bu değil; ama yeni sıkıntıların yaşanmaması için bu sorunu da önemsemek gerekir, inancındayım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.