10-11 Mayıs tarihlerinde Diyarbakır'da düzenlenen İslam Kongresi PKK lideri Abdullah Öcalan'ın bir önerisiydi. Abdullah Öcalan, Çözüm Süreci'nin başladığı 2013 yılının Newroz'unda Diyarbakır'da okunan mesajında şöyle diyordu:
'Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkâr eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır. Saygı değer Türkiye halkı; Bugün kadim Anadolu'yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.
Gerçek anlamında, bu kardeşlik hukukunda fetih, inkâr, ret, zorla asimilasyon ve imha yoktur, olmamalıdır.
Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkâr eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum.
Çanakkale'de omuz omuza şehit düşen Türkler ve Kürtler; Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yapmışlar, 1920 meclisini birlikte açmışlardır. (...) Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun, bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır. Herkesin özgürce ve kardeşçe bir arada yaşayacağı yeni bir model arayışı, ekmek ve su kadar nesnel bir ihtiyaç haline gelmiştir. (...) Büyük felaketlere uğramış halkları, sınıfları ve kültürleri de alarak bir model inşa etmeye çalışıyoruz'
Demokratik İslam Kongresi'nin sonuç bildirgesine ise Öcalan'ın perspektifi şu şekilde yansıdı:
'Türkiye'de Kürt sorununun barışçıl çözümüne dönük tarafların ortaya koymuş olduğu irade herkes tarafından önemsenmelidir. Barışın kalıcı hale gelmesi için ivedilikle yasal düzenlemelerin, Medine Sözleşmesi'nin müzakere yöntemleri de dikkate alınarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu vesileyle Kongre katılımcıları, İslami çevreleri de sorumluluklarının farkına vararak, barış sürecine aktif katılmaya davet etmektedir. (...) Kongremiz çağımızda egemen kapitalist moderniteye alternatif olarak adil, demokratik, çoğulcu, eşitlikçi ve özgürlükçü İslam anlayışını önemsemektedir.'
Başbakan Erdoğan, özellikle Çözüm Süreci'nin başlamasıyla birlikte, ciddi bir İttihatçı zihniyet detoksuna girişmişti. Miting ve Meclis konuşmalarında 'Ben yaradılanı Yaradan'dan ötürü seviyorum' derken, Kürt ve Kürtçe realitesinin tanınması gerekliliğini hem Veda Hutbesi'ne, hem de 'Dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu, Allah'ın ayetlerindendir' perspektifine oturtuyordu.
Çözüm Süreci'nin İslam'ı da referans veren bir çerçeve içine oturması tabii ki pozitivist-İslamofob laiklerimizi rahatsız edecekti. Üstelik taraflar 1. Meclis ruhunda da anlaşmış gözüküyordu. Hasılı, 1. Meclis ve 1921 Anayasası'na yapılan darbe boşa çıkarılıyordu.
Çözüm Süreci ülkede devam eden egemenlik mücadelesinde anahtar bir role sahip. İttihatçı-Kemalist oligarşinin Çözüm Süreci'ne cepheden saldırması kadar doğal bir durum olamaz. Çözüm Süreci nihayetlendiğinde egemenlik geri dönüşsüz şekilde halka geçecek, rejim İttihatçılık ile tüm bağlarını koparmış olacaktır.
Ancak, bu iktidar savaşının dinamikleri dışında, özellikle hala demokratik halk savaşı konseptini (şiddet modeli) aşamayan ulusolcuların savaşan PKK'yı yitirmelerine ve bu zihniyet değişimine duydukları tepki de söz konusudur.
Öcalan'ın İslam vurgusu nefret çekmektedir. Bunu yüksek sesle ifade edemedikleri için (Kürtleri tamamen kaybetmemek adına), daha çok Öcalan'ın meşruiyetini bitirmek için bel altı vuruşlara yönelmişlerdir. Türkleri 'Erdoğan Doğu'yu PKK'ya verdi' diye kışkırtırken, Kürtlere ise 'Öcalan devletin esiri ve davayı sattı' diye gitmektedirler. Bu iki 'iddia' birbirini aslında açıkça yok etmektedir. Ama çelişki önemsenmemekte, halk tabii ki bu çelişkiyi fark edemeyecek 'cahil sürüler' olarak görülmektedir.
Anlaşılan odur ki, bu ülkeyi ve 300 yıllık sömürge sürecini, kronik sorunların nedenlerini, çıkış noktalarını en iyi çözümleyen iki kişi Erdoğan ve Öcalan olmuştur. Bu bir şanstır.
Başbakan'ın 1915 felaketi hakkındaki 'Yüzümüze bakmak için berrak bir su arıyoruz' sözleri romantizm değildir. Her şey zihniyette başlar, orada biter. Gerisi teknik bir süreçtir. Sorunları ortak değerlerdeki çürüme yarattığı gibi, çözümü de önce değerleri iyileştirmekte aramak gerekir.
Müzakere taraflarının İslam vurgusu bu nedenle halkta karşılığı olan, özgün bir çıkış noktasıdır. Liderler sosyolojilerine seslenirken, herhalde Roma hukukundan veya Callatiae yerlilerinin etik anlayışından bahsetmeyeceklerdir. 100 yıllık çürümüş İttihatçı paradigmanın etkilerini sosyolojinin zihninden kazırken, oluşan boşluğa halkta karşılığı olan değerler kümesi konmak zorundadır.
Bu da İslam ve demokrasinin evrensellik yaklaşımı ile mümkündür. Bu melez bir öneridir, berrak bir su arayışıdır. Batılı demokrasi reddedilmemekte, ama onun yıkıcı sapmaları halkta karşılığı olan değerlerle değiştirilmektedir.
Süreç, İslam'ın demokrasi ile uyumsuz olduğuna dair kolonyal ezberi de bozmaktadır. Batı-İslam ilişkisini yeniden kuracak kadar küresel olma potansiyeli taşımaktadır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.