Kürt meselesinde kazan yeniden kaynamaya başlamışken, hükümet doğru bir zamanlama ile irade beyanını güçlendiren bir müdahalede bulundu. Diyarbakır’da gerçekleştirilen çalıştayın doğrudan süreci etkileyecek bir sonuç üretmesi zaten mümkün değildi. Ama PKK içinde yaşanan sancılı ortamın sürdürülmesi de giderek zorlaşıyordu. Yol kapatmalar, haraç almalar, işletme basmalar artmış, son günlerin gündemini kuşatan çocuk ‘kaçırma’ eylemliliği bizzat örgütü baskı altına almıştı. Dağa bu şekilde çıkışların Kandil’in iradesinden bağımsız olduğunu sanmak yanlış bir değerlendirme olur. Katılımların psikolojik atmosferi konsolide etme ve PKK’nın bölgedeki nüfuzunu onaylama açısından işlevi var. Çözüm sürecinde artan bu trendin önemli ölçüde ‘romantik’ nitelikte olduğu bizzat Kürt hareketinin içindekilerce de teslim ediliyordu. ‘Gerilla’ olma fikri genç Kürtler için özellikle ölüm tehlikesinin yok olmasıyla birlikte epeyce cazip hale gelmişti. Kandil’in bir ‘okul’ olduğunu duymuş, oradaki hayatla ilgili efsanelere kulak vermişlerdi. Dolayısıyla son bir yıl içinde genel katılım arzusu PKK için bir prestijdi. Ancak son dönemde olanlar işin renginin farklı olabileceğini akla getiriyor. Herhalde şu an ailelerle çatışmak PKK’nın en istemeyeceği şey… Türkiye’nin batısı bu ailelerin cesaretinin temelini kavramakta aciz kalabilir. Oysa ‘bölgede’ demokratik çıta bizzat bu ailelerin direnişi, yani toplumsal meşruiyet üzerinde yükselmiş durumda ve onları dışlayarak herhangi türden bir ‘siyaset’ inşa etmek mümkün değil. Dolayısıyla yaşanan katılımları PKK’nin çeperindeki siyasi anlayışın ve odakların merkez üzerindeki baskısı olarak okumak mümkün. Ama bunun aynı zamanda kendi iç çoğullaşma ve demokratikleşme eğilimiyle başa çıkamayacağını idrak eden merkezin süreci zora sokma girişimini yansıtması da epeyce gerçekçi bir tahmin.
Bu nedenle hükümetin acilen bir adım atması gerekiyordu ve çalıştayın Diyarbakır’da yapılması bile ortamı sakinleştirme hedefini akla getirmekteydi. Toplantının sonucu kamuoyuna iki temel mesaj verilmesine vesile oldu. Birincisi hükümetin iradesinde hiçbir oynama olmadığı ve herhangi bir geri adımın yaşanmayacağı. Ayrıca davetlilerin niteliği her iki taraftaki taşıyıcı entelektüel kadronun süreci sahiplenmesi için bir fırsat ve davet imkânı oluşturulmak istendiğini gösteriyor. İkinci mesaj ise Beşir Atalay’ın net söyleminde vücut bulan ‘somut’, ‘zamanlaması belli’ ve ‘şeffaf’ adımların atılacağına dair hükümet beyanı. Bu adımların hukuki bir çerçeveye oturup oturmayacağının önü ise açık bırakılmakta… Bunun anlamı sürecin devamının nasıl şekilleneceğinin Kürt hareketinin tutumuyla çok yakından ilişkili olacağı. Hükümet kendi payına düşenleri mevcut anayasa, vatandaşlık ve insan hakları çerçevesinde yapmaya niyetli görünüyor. Ancak bundan ötesi karşılıklı anlaşmaya, alınan kararların karşılıklı güven zeminine oturmasına ve bu zeminin toplumun geneli tarafından onaylanmasına bağlı. Yasal ve anayasal değişiklikler ancak böyle bir ‘derinlikli’ kabul sayesinde hayata geçebilir ve kalıcı olur.
Gelinen noktada bir buçuk yıl önce başlayan üç kademeli sürecin ilk iki aşamasının tamamlanmadan kaldığını, ancak buna rağmen üçüncü aşamaya geçildiğini görüyoruz. Ne PKK silahlı bütün gruplarını sınır ötesine çekti ne de hükümet gereken reform adımlarının tümünü attı. Ayrıca Ortadoğu’nun çatışmalı ortamında ve süregelen belirsizlik halinde PKK’nın silah bırakması da gerçekçi olmaktan çıktı. Ama buna rağmen süreç devam ediyor… Eğer ilk iki aşama tamamlanabilseydi, yaşadığımız olayın bir ‘barış ve çözüm’ dinamiği olduğunu söyleyebilirdik. Şimdi başlayacak olan ve geri dönüşlerle entegrasyon çabalarını içerecek üçüncü aşamanın da ‘mükemmel’ olmayacağını öngörebiliriz. Ne var ki süreç yine de devam etmiş olacak ve böylece yeni bir statükoya gelinecek. Bu statüko barış ve çözüm kavramlarını birbirinden ayıracak… Barıştan geriye dönüşün mümkün olmayacağı, herhangi bir silahlı eylemlilik veya müdahalenin herkes tarafından gayri meşru görüldüğü yeni bir atmosfere girilecek. Ama bu, Kürt meselesinin ‘çözümü’ anlamına gelmeyecek… Çözüm siyasete muhtaç ve barış ortamı işte o siyasetin önünü açacak.
Kürt hareketinin önünde ideolojik sınır yok. Federasyon da, ayrılıkçılık da artık imkân dâhilinde. Yeter ki bu hedefleri barış ortamında, çoğulcu siyasi zemin üzerinde savunmayı içlerine sindirsinler ve önce buna kendi örgütlerini ikna etsinler. Önümüzde psikolojik atmosfer açısından farklı bir dönem var ve şimdiden başlamış durumda… Anneler eyleminin esas siyasi mesajı belki de bu. (Akşam)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.