Cuma.
Gazeteyi bitirmiş, baskıya yollamış, kendi aramızda “Yine güzel bir Cumhuriyet yaptık” diye övünmeyi ihmal etmemiş ve paydos etmiştik. Kimimiz eşi dostuyla keyifli bir akşam yemeğine oturmuş; kimimiz evinde televizyonun karşısına kurulmuştu. Kimimiz yatağın sıcaklığına bile girmişti.
Telefonlar zırlamaya, çalmaya, ötmeye başladı: Boğaz köprüleri kapatılmış, köprüde görevli polislerin silahları alınmış, asker köprüye el koymuş…
Gazeteye doğru dörtnala kalkmış, bir yandan “Acep bunun anlamı ne” diye sorarken bir haber daha:
- Abi Ankara’da jetler alçak uçuşa geçti…
Eh, dört darbe yaşamış kıdemli (peki peki, yaşlı) gazeteci için “Ne oluyor” sorusu cevabını buluverdi. Ankara’da jetler alçaktan uçuyorsa bunun adı darbe’dir.
Cumhuriyet binası cıvıl cıvıl. Mesleğinin ilk darbesini yaşayan gencecik habercilerden, editörlerden yönetsel sorumluluk taşıyan kıdemlilere kadar neredeysetüm Cumhuriyet amelesi işbaşında…
Meslekte kırk, hatta yüz kırk yılda bir yaşanacak bir günün (yani gecenin) mesleki özelliğini ve değerini laflayabilecek tek saniye yok…
Yok da haber fırtınasının ucunu yakalamaya da imkân yok. Bir darbe yaşadığımız belli. Buna kuşku yok. Gel gör ki darbe hedefine ulaşacak mı, yoksa 1962-1963’teTalat Aydemir’in suya düşen ikiz darbe girişimini bir kez daha mı yaşayacağız?
Gece yarısına doğru ilk izlenim: Darbe başarıya ulaşıyor (galiba).
İyi de biz TV seyretmeyeceğiz ki… Bir gazete hazırlayacağız. Bir sürü soru cevap bekliyor:
Emir ve komuta zinciri içinde bir darbe mi, yoksa “rahatsız genç subaylar” mı harekete geçti? Erdoğan nerede? Siyaset teslim mi oldu, direniyor mu? Ayrıca…
Neyse… Sorular, sorular…
Haber fırtınası sürüyor: Erdoğan uçağında ve havada bekliyormuş… Başbakan’ın “Endişenileneli bir durum yok” vaazları da haber. Ama o dakikalarda pek inandırıcılığı yok… Ankara’da Özel Harekât polislerinin merkezi askerlerce basılıyor(muş)… Askerler İstanbul Vilayet binasına giriyor, valiyi tutuklamak üzereler. Kaynak sağlam, sonuç yine de belli değil…
Cumartesi.
Günün ilk birkaç saati geride kaldı.
Derken TRT ekranında bir kadın sunucu “Yurtta Sulh Konseyi”nin bildirisini okumaya başlıyor. 56 yıl önce, 27 Mayıs sabahındaki bildiriyi bir kez daha dinler gibiyiz.“Çiğnenen anayasal düzeni yeniden tesis etmek, demokrasiyi şey yapmak” falan filan. Ardından “NATO’ya bağlıyız”.
Galiba darbeciler kazandı. Peki gazetenin manşeti ne olmalı?
Çok tartışılmadı. Bulunana itiraz eden de çıkmadı:
Önce “Askeri ya da sivil, her türlü darbeye karşı…” yazıldı. Sonra nal gibi harflerle bu yarım cümle tamamlandı:
Çözüm demokrasi!
Cumhuriyet olmak ve Cumhuriyet’te çalışmak böyle bir şey olsa gerek…
Mutluyuz…
Ama bir gazete tek bir başlıkla çıkmaz. Haberlere devam…
Aaaaaa…
Rüzgâr birden darbeciler için tersten esmeye başladı. Darbeciler direniyor, oraya buraya bomba sallıyor, silah sesleri, patlamalar ama besbelli rüzgâr döndü.
Bizim de başımız döndü.
Cumartesi.
Sabah 05.00. Cumhuriyet’in manşetini değiştirmek için hiçbir sebep yok: Çözüm demokrasi!..
Gazete baskıya, gözleri kan çanağı gazeteciler birkaç saatlik uyku için evlerine gidiyor.
Murat Sabuncu ile Aydın Engin birkaç saatlik uykuyu gazetenin bitişiğindeki otelde geçiştirip yeniden gazeteye dönecekler.
Otelin kapısında ikisinden biri fark etti:
- Yav bizim yorgun olmamız lazım.
Öteki sırıttı:
- Ama değiliiiiiz…
Çooook uzun gecenin ardından günün şafağında iki gazeteci sokak ortasında kahkahayı patlattılar…
***
“Böyle bir günde yazılacak Tırmık böyle mi olmalıydı” diyenlere…
Evet böyle olmalıydı…
Cumhuriyet’in başlığı her şeyi yazmış işte. Tırmık da o geceyi anlatsın, iyidir…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.