Zaman zaman güncel olmayan, ancak içeriği itibariyle tartışılması gerektiğine inandığım edebi, sosyal, siyasal yazılara da köşemde yer veriyorum.
Bu ara hem Kürtler arasında, hem de Türkiye siyaset arenasında solculuk ve sosyalistlik yeniden tartışılır oldu. Ancak yeniden gündemimize gelen bu olgunun içeriğine, politik argümanlarına nedense pek girilmiyor. Gündemi pek işgal etmese bile bu tartışmaya önemi itibariyle müdahil olmak gerekir.
Yaklaşık 6-7 yıl önce mahlas isimle Sosyalist Mezopotamya dergisi için kaleme aldığım, bildiğim kadarıyla internet ortamında da yer almayan bir yazımı, bu amaçla ciddi değişiklikler yapmadan güncelledim. Sosyalist Mezopotamya’da şimdilerde Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) adıyla Kürt siyasi arenasına katılmaya hazırlanan Mezopotamya Sosyalist Partisi Girişimi (MESOP) bünyesinde tartışılan “Kürtler ve Sosyalizm” ilişkisini birkaç farklı makalede ele almıştım. Bunların bir kısmını daha önce yayınladım. Nispeten uzun olan bu yazımı da köşe yazısı sınırlarını aşacağı için peş peşe yayınlanacak dört ayrı bölümde okurlarla paylaşma arzusundayım.
Kürtlerin öncelikli hedefi ulusal sorundur
Sosyalistlerin hedefi uzun vadede sosyalist toplumu gerçekleştirmektir. Ancak Kürt halkı gibi ulusal sorunlarının çözümü 21. yüzyıla sarkan halkların önünde duran acil sorunlardan biri ve en önemlisi ulusal sorunun adil ve demokratik çözümüdür. Bu anlamda ezilen ulus sosyalistlerinin öncelikli hedefi ulusal sorunun adil ve demokratik çözümü olmalıdır. Bu bağlamda Kürt ulusal hareketinin konumu ile sosyalist yaklaşım arasındaki ilişki değerlendirmeye muhtaçtır.
Kürtlerin sosyalizm deneyimi, elbet 70 yıl boyunca iktidarda olanlar kadar değil. Belki en ciddi sorgulama ve çözüm önerileri, hatta yeniden iktidar olma durumu, deneyimleri Kürtlere göre daha belirgin ve daha fazla olan bu kesimlerden gelecektir. Ancak Kürtlerin de, Türklerin de, bu deneyimi iktidar anlamında yaşamamış diğer halkların da bu konuda ürkek davranmalarının gereği olmadığına inanıyorum. Pekala sosyalist iktidar deneyimi yaşamamış uluslar ile ezilen ulus sosyalistleri de, hem ulusal soruna, hem de sosyalizmin sorunlarına yönelik tarihsel/güncel gelişmeleri tartışabilir ve evrensel tartışmaları da dikkate alarak tarihsel ve güncel sorunlara karşı etkili teorik/politik açılımlar geliştirilebilirler.
Sorunlar açığa çıkınca sistem çöktü
Yakın tarih açısından irdelediğimizde sosyalistlerin, tüm eksik ve aksaklıklarına rağmen, daha çok eski Sovyetler Birliği’ndeki ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarının gündemleştirilmesinden sonra sosyalizmi, daha doğrusu sosyalizmin geleceğini tartışmaya başladıklarını görebiliriz. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinin komünist ve sosyalist partileri arasında, ama genel olarak tüm dünya komünist ve sosyalistleri arasında ‘Glasnost ve Perestroyka’ yandaşlığı veya karşıtlığı biçiminde gelişen tartışmalar/değerlendirmeler, yeterince öngörülü olmasa da sosyalizmin geleceğini gündemine almıştı. Sosyalist/komünist partilerin bir kısmının gündemine aldığı tartışmalar, “atılan adımlar tamamen doğrudur” ya da “SBKP ihanet içindedir” biçiminde ‘ak-kara ikilemi’ olarak tanımlanabilecek bir bakış açısıyla sığ bir seyir izleyebiliyordu. Ancak bu sığlığa rağmen şurası bir gerçek ki, verimli ya da verimsiz dönemin tartışmalarında ana eksen, ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarının değerlendirilmesinden ibaretti ve değerlendirmelerin hiç birinde, böylesine ‘güçlü’ ve ‘devasa’ bir sistemin kısa sürede dağılacağı, SSCB ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin bir günde alaşağı olacağı tahmin edilmiyordu/edilemiyordu.
Dünün iktidarı olan güçlü komünist partileri, başta da SBKP, sosyalist bloğun ciddi sorunları olduğunun farkındaydı. Gorbaçov’un SBKP merkezli olarak geliştirdiği ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikaları da bu sorunlara çözüm bulma, değişimi en az sancıyla gerçekleştirme arayışının bir sonucuydu. Ancak ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikaları ile en azından sosyalistler/komünistler tarafından arzulanan sonuçlar gerçekleşmedi. Tam aksine, ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarının da neden olduğu etkiyle, sosyalist blokta hızlı bir çözülme, savrulma ve giderek kapitalizme evrilme yaşandı. Bir diğer deyimle, sosyalist sistemde yaşanan ciddi sorunları gizleyen örtü kalkınca bu ülkelerdeki sosyalist/komünist partilerin yönetimlerine âyan olan sorunlar herkes tarafından görüldü. Bu durum, ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarında öngörüldüğü gibi eskiyi sorgulayıp geliştirme yerine, koşarcasına, eski sosyalist sistemin geniş halk kitleleri ve ‘proleterleri’ açısından ne olduğu belirsiz ‘yeniye’ yönelmeyi beraberinde getirdi.
Gelişmelerin akıl almaz hızı
Elbet ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarının gündemleştirilmesi öncesinde de sosyalizmin içeriğine/niteliğine yönelik tartışmalar vardı. Ancak Gorbaçov tarafından gündeme getirilen ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarından önce yaşanan tartışmaların büyük çoğunluğu, daha çok ‘sistem’ içinde yer alanlar ile ‘sistem’e dahil olmayan ya da karşıt olanların ‘kuramlarını’ savunanlar/karşı çıkanlar arasındaki tartışmalar biçimindeydi. ‘İdeologların’, kendilerinin taraf oldukları blok ya da ülkelerdeki sistemin savunuculuğuna soyunması, sadece kendi görmek istediklerini görmeleri, deyim yerindeyse bir futbol takımı taraftarı kimliğiyle ‘kendi sosyalizmini’ savunması, düşünsel aydınlanmanın bir ürünü olan ve kökenini ilkel komünal topluma kadar uzatabileceğimiz Marks’ın bu büyük toplumsal projesinin, sosyalist toplum modeli anlayışının sorunlarını görmeye yetmedi; tam aksine bu sorunların giderek büyümesine neden oldu.
Özellikle son 15 yıl içinde yaşananlar, sosyalist sistemdeki çöküntü, bununla bağlantılı olarak ulusal ve uluslar arası sosyalist/komünist hareketlerin yaşadıkları, tahmin edilemeyecek bir hızla gelişti. Dünün sosyalist/komünist partileri, hatta 70 yıllık iktidar deneyimine sahip olanlar bile, gelişmelerin bu düzeye varacağını, sosyalist/komünist partilerin/ülkelerin bir günde çözüleceğini/çökeceğini kestirememişlerdi. Gelişmelerin merkezinde yer alanlar da dahil, sosyalist/komünist partilerin kadrolarının, ideologlarının önemli bir çoğunluğu gelişmeleri neredeyse şaşkınlık içinde izlemekle yetindiler. Daha sonraları bir kısım sosyalist yapı/kadro ise elde kalanlarla, Çavuşesku’nın ‘proleter direnişçiliği’, Castro’nun, Kim İl Sung’un emperyalizme karşı direnen kaleler oldukları, hatta eski sosyalist ülkelerdeki iktidarların çok kısa sürede yeniden kazanılacağı gibi bazı avuntularla yetinmeyi denediler. Sanırız bu durum bile, yaşanan şaşkınlığın önemli bir göstergesidir.
Tüm bu anlatılanlardan çıkan sonucu, bir iki cümleyle özetlemek mümkündür. SSCB başta olmak üzere tüm Doğu Avrupa ülkelerinde sistemin çöküşü ve giderek kapitalizme evrilme birçok iç ve dış etkenin yanı sıra sosyalist sistemin kendi içindeki çürüme ve yozlaşmanın da bir sonucudur. Kuşkusuz bu etkenler içinde en önemlisi iç etkenlerdir.
Özlemlere yanıt olamama
Belirli bir kronoloji olmadan karma olarak iç ve dış etkenleri ve bunların neden olduğu çürüme ve yozlaşmaları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Bloklar arası çatışma ve soğuk savaşın etkileri, sosyalist ülkeleri kapitalist sistemle büyük bir yarışın içine sokmuştu. En başta gelen silahlanma yarışıydı. Ayrıca, çoğu savaşa endeksli olarak geliştirilen yeni bilgi ve uzay teknolojisi yarışında geride kalmama anlayışı nedeniyle, kaynakların büyük çoğunluğu kapitalist sistem karşısında daha güçlü(!) olmaya ayrılıyordu. Sosyalist ülkeler, savaşa endeksli bilgi ve uzay teknolojisi ile silah sanayinde devasa sonuçlar elde etmişti. Bu alanlarda yaşanan yenilik ve gelişmelerin tümü kapitalistlerin elde ettiği teknoloji ile at başı gidiyordu. Ancak kitlelerin yaşam düzeyini yükseltecek standartları yakalama konusunda aynı beceri gösterilememişti. Son çıktı ürünleri itibarıyla yüzü kitlelere dönük olan üretim ve hizmet sanayi sektörleri, daha devrimin ilk yıllarında kuruldukları/oluşturuldukları gün gibiydiler. Savaş ve uzay sanayinin gelişimi için büyük paralar harcanırken, ürünleri itibarıyla yüzü kitlelere dönük sektörlerin gelişimi için tek kuruş harcanmıyor, buralara tek çivi çakılmıyordu. Öte yandan halkın özlemlerine yanıt olamama; ‘proletarya diktatörlüğü’nün önce parti, giderek parti içindeki bir zümrenin diktatörlüğüne dönüşmesi vb. durumlar da geniş kitleler ile yönetenler arasında büyük bir uçurum oluşturmuştu. ‘Glasnost ve Perestroyka’ politikalarının da özünü oluşturan ve yılların sarkan sorunları olan ‘mülkiyet’ ve ‘emek performansı’ gibi kavramların dibinin doldurulmaması, emekçileri büyük bir umarsızlık ve hantallığa itmiş, günü kurtarma anlayışı egemen kültür olarak toplumun büyük bölümünü etkisi altına almıştı. Bu etkenler ‘Batı’ özlemini emekçiler arasında giderek daha da büyütmüştü.
Kapitalizme yönelme de sancısız olmuyor
Sosyalist sistemin çökmesinden sonra gözlenenlerden de anlaşılıyor ki, eski sosyalist ülkelerin kapitalizme yönelmesi de sanıldığı gibi sancısız olmuyor. Güç dengelerinin kapitalizm lehine dönmesi, eski sosyalist ülkelerde yıkılıştan sonra hızlanarak artan çürüme, yozlaşma ve yoksulluk, geçmişin sosyalist ülkelerinde nispi de olsa eskiye özlem duygularını geliştirirken, geniş anlamda da yeninin hangi esaslar üzerinde kurulacağının/kurulması gerektiğinin tartışmalarını beraberinde getirdi. Eski sosyalist ülkelerde giderek artan arayışlar, küçük bir azınlık dışında birebir eskiye ulaşmayı hedeflemiyor. Kapitalizmin nimetleri(!) ile tanışan geniş halk yığınlarının kapitalizme yönelimleri ve ona yönelik değerlendirmelerinde de farklılıklar oluşmaya başladı. Ancak görünen odur ki, bu durum daha uzun süre devam edecek; yani hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, ancak değişimde kısa sürede gerçekleş(e)meyecektir.
Gelişmelerden Kürt ve Türk sosyalistleri de etkilendi
Özetleyerek sunmaya çalıştığımız bu gelişmeler, tüm dünya sosyalist/komünist hareketlerini etkilediği gibi, Türk ve Kürt sol ve sosyalist hareketlerini, komünistlerini de etkiledi. Hiç kuşku yok, sosyalist sistemde yaşanan bu gelişmeler sosyalizmin tarihsel sürecini büyük bir kesintiye uğratmış, büyük bir geriye dönüşün başlangıcı olmuştur. Aynı durum, ülkemizde ve Türkiye’deki sol, sosyalist ve komünist hareketler bazında da görülmüştür. Bu hareketlerden bir kısmı, kendini yaşatmak adına yaşananların hiçbirini görmemiş, görmek istememiş, eski basma kalıp söylemlerle “sosyalizmin biricik öncüsü” olma iddiasıyla yaşamını sürdürmüştür/sürdürüyor. Bir kısmı ise çöküntünün hızıyla eşdeğer bir hızda hemen ‘yeni sürece’ adapte olmuştur. Bu ikinciler arasında sosyalizme düşman politikaların taşeronluğunu yapanlar bile türemiştir.
Şurası bir gerçek ki, yaşanan sorunun büyüklüğü, gelişmelere hazırlıksız yakalanan her kesimi olduğu gibi Kürt ve Türk sosyalistlerini de şaşkınlığa uğratmıştır. Bir kısım sosyalist/komünist hareket/parti, kendilerine haksızlık yaptığımızı, sorunları tartışanları, gündemlerine alanları görmezden geldiğimizi söyleyebilirler. Elbet gözden kaçan istisnalar olabilir. Ancak sosyalist sistemdeki müthiş gerilemeden sonra yaşananları ve akabinde geliştirilen söylemleri şaşkınlık olarak nitelendirmek yerinde bir tanımlama olur sanırım. Bu şaşkınlığın nedensiz olduğuna inanmıyorum. Örneğin şaşkınlığın önemli bir nedeni, kendine güvensizliktir. İdeolojik üretim yerine ithal etmeyi esas alanlar, elbet şaşıracaklardır ve ciddi bir güven bunalımına gireceklerdir. Bir diğer neden ise sorunun evrensel boyutu ve devasalığı nedeniyle bu kesimlerin kendilerini ciddi bir çözüm gücü olarak gör(e)memeleridir. Bu ikinci durum Kürtler açısından, çok daha belirgindir. Kürt hareketleri, ulusal mücadelenin yakıcı sorunları içinde sosyalist sistemin, sosyalizmin yaşadığı sorunlara zaman ayırmadılar/ayıramadılar.
(Devam edecek)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.