Roma kaynaklarında adı Bartahabres olarak geçen bir köyde doğdum. Benim doğduğum köyün bu adı ne zaman değişti bilmiyorum ama çok eski zamanlarda olmuş olmalı, Bartahabres adı daha sonra Keferhavvar oldu. Sonra devlet adını yeniden değiştirdi, Keferhavvar bu sefer de Türkçe bir ad aldı ve Gelinkaya oldu.
Bugünlerde, eski isimlerin iade edileceği konuşuluyor, çok da iyi olur tabii. Aslına bakarsanız, yeni isimler sadece resmî yazışmalarda geçerli oluyor. Ama eski isimler zamana ve asimilasyona direniyor sanki. Ben ne çocukluğumda ne şimdi köyde oturan insanların kendi aralarında konuşurken, Gelinkaya dediğini duydum, herkes sohbetlerde filan Keferhavvar’ı kullanır.
Bugün artık Mıhallemi halkın yaşadığı eski bir Süryani köyünde doğmuş Midyatlı biri olarak, Süryani dostlarla biraraya geldiğimiz her toplantıda, Süryaniceyi zamanında öğrenemediğim için, biraz mahcup olurum.
Dün bu mahcubiyeti hem yeniden hissettim hem de Süryani toplumu içindeki hareketliliği, bu halkın aydınlarının çabalarının, tanınma ve hak talep etme arzusunun geldiği ileri düzeyi görünce çok sevindim.
Dün İstanbul’da Süryaniler bir sempozyum gerçekleştirdiler. Sempozyuma İstanbul’daki Midyatlılar Derneği’nin başkanı dostum Talat Seyhan’la beraber izledik.
Güneydoğu (Turabdin) Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği’nin hazırladığı sempozyum programı çok zengindi.
Suriye ve Avrupa’dan katılan Süryaniler, bir gün boyunca, Süryani dostlarıyla, akademisyenlerle, değerli yazarlarla beraber Süryanilerin sorunlarını, tarih ve bugün bağlamında tartıştılar.
Konu başlıkları epey ilginç ve özenliydi.
“Azınlık okulları, Lozan ve Süryani okulları.”
“İttihat ve Terakki’nin Osmanlı İmparatorluğunu Türk Etnisi Etrafında Yeniden Organize Etme projesi.” (Sunumu İsmail Beşikçi yaptı.)
Suavi Aydın’ın, 20. yüzyılın başında Turabdin bölgesinde, “Aşiret-Cemaat bağlamında Süryaniler” başlıklı sunumu çok öğreticiydi.
Konuşmacılar ağırlıklı olarak Süryanilerin yaşadığı topraklarda mülkiyetin el değiştirmesine örnekleriyle değindiler.
Bu mülkiyet sorunları kısa sürede sonuçlanacak gibi görünmüyor. Haksız ve kanunsuz bir biçimde çok mal-mülk, bağ-bahçe el değiştirdi.
Bu bir yana Akademisyen Abdurrahim Özmen, Varlık Vergisi’yle ilgili bir hadiseyi anlattı ki inanmak gerçekten çok zor geliyor insana, ama maalesef gerçek. Midyatlı bir Süryani aile Varlık Vergisi’ni ödeyemeyince, Müslüman ve zengin bir aileden borç para alarak borcunu devlete ödüyor. Borcun alındığı tarihten başlayarak, para kazandıkça, borcun alındığı aileye ödeme yapmaya başlıyorlar. Ama borç bir türlü bitmiyor. Faiz faiz üstüne, borç borç üstüne. Bu Süryani aile ta Varlık Vergisi zamanından kalan borcunu ancak 1980’li yıllarda tamamlıyor.
Vicdansızlığın böylesi görülmemiştir. İki aile arasında gecikmiş bir borcun-alacağın tahsili gibi bir şey değil durum. Süryanilere neler yapılabileceğini gösteriyor bir bakıma. Bir halk üstüne kurulan sınırsız bir tasarruf, bir mağdur ailenin şahsında, neredeyse çeyrek asır devam ediyor.
Gazeteci Vercihan Ziflian, “Süryani toplumu Midyat-Mardin ve Mor Gabriel’den ibaret olmamalı” dedi haklı olarak ve okul yıllarında İstanbul’daki Ermeni okuluna gelen Mardinli Süryanilerin “Kürt Ermeniler” olarak tanıtıldığını sınıftaki arkadaşlarına “Kürt Ermeniler” dendiğini ve bu sınıf arkadaşlarının çok sonraları aslında Süryani olduklarını öğrendiklerini anlattı. Konuşması çok duygusaldı. Ve aslında mağdurların, korkunç bir sistemin kurbanı haline getirilen halkların birbirleriyle paylaşacakları ne çok şey olduğunu da ortaya koyuyordu.
BDP Mardin Milletvekili ve kendisi de bir Süryani olan Erol Dora, “Süryaniler kadim bir halk, ama bitme aşamasına geldi. Lozan’dan sonra, Kürtler gibi dört ülkeye dağılmışlardı. Şimdi kısmi geri dönüşler oluyor..” dedi.
Demokratikleşme ve azınlık sorunlarının çözümünde BM İnsan Hakları Beyannamesi ve AİHS’nin uygulanması gerektiğini ifade etti Dora.
Sayın Dora’nın bu görüşü, aslında Türkiye’nin yeni anayasasına doğru giden yolu da gösteriyor. AB Standartlarını yakalamak, ve azınlık politikaları söz konusu olduğunda, Lozan’ı ihlal etmekten vazgeçmek zorunda Türkiye, başka çaresi yok bu işin.
Süryaniler büyük bir hareketlilik yaşıyorlar. Yurtlarını özlediler. Genç kuşakların çoğu Midyat’ı Mardin’i görmedi daha.
Kısmi geri dönüşler var ama maalesef Süryani halkını memnun etmekten hâlâ çok uzak, yani yeterli değil..
Boşalan Süryani köylerine geri dönenler, korucusundan sivil-asker bürokratına kadar adeta rüşvet vermek zorunda kalıyor.
Avrupa Süryaniler Birliği’nden Tuma Çelik benim çok değerli bir dostum, o da yaşadığı Avrupa’dan geri döndü.
Çabaları takdire değer. Sanırım onun da katkı sunduğu yeni bir Süryanice gazete çıkıyor şimdi.
Sabro. Bıssabır, Mıhallemice sabırla beklemek anlamına gelir. Galiba Süryanice ve Mıhallemice ortak bir kelime bu Sabro.
Sabret ve umutla bekle.. Süryaniler umutla sabrettiler ama şimdi artık umudu kendi elleriyle ve bizzat yaratmanın peşindeler. Geçmişi biraz kurcalıyorlar, ama anlamak için, yoksa kimseye fatura kesmek için değil.
Betriz Sarlo, Geçmiş Zaman adını taşıyan yeni yayımlanan kitabında (Metis Yay.) şöyle diyor:
“Karar vererek, ya da aklımızı kullanarak, geçmişten vazgeçemeyiz; sadece iradeyle geçmişi hatırlamak da mümkün değildir. Geçmişin geri dönüşü her zaman kurtarıcı bir hatırlama ânı değildir, bugünün baş göstermesi, bugünün yakalanmasıdır.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.