Son günlerde barış taleplerinin dile getirilmesinde sanki bir farklılık var. Binlerce imzaya dayanan değil, nicelikten çok niteliğin öne çıktığı seslenişler geliyor. İçinde DTP ve DTK’nın, sivil toplum örgütlerinin olduğu Kürtlerden gelen açıklama böyleydi. Milletvekili olarak Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder’in yaptıkları barış çağrısı da nitelikli bir çağrıydı. “Kürtlere ölüm yağdıran sınır içi- sınır ötesi harekâtın nasıl karşısındaysak, ‘Kürt halkının özgürlüğü’ için savaştığını söyleyen TAK’ın sivilleri hedef alma anlayışını da aynen öyle dışımızda addediyoruz” diyen açıklama altı çizilmesi gereken önemdeydi.
Ardından, “Ne diyor” diye kulak verilen aydınlar içinden yedi aydının barış talebi geldi. “Savaş, çatışma, operasyon, silah, mayın, top, tüfek, ateş, barut, hapis, tehdit çözmez; sağduyulu diyalog çözer. El kırmak çözmez; el uzatmak, el sıkışmak çözer. Barış diz çöktürmek değildir, öylesi kalıcı barış olmaz. Barışmanın yolu güç gösterilerinden ve toplu cenazelerden geçmez, hakları temel alan mutabakattan geçer (...) Çareyi savaşmakta, çatışmakta değil, barışmakta gören bizler, TBMM’de grubu olan partileri, Meclis’in açılmasını beklemeden biraraya gelmeye çağırıyoruz. Ortak aklı oluşturacak, sürekli bir diyalog ortamı hazırlayacak adımları atmaya davet ediyoruz. BDP’nin bu sürece katılmasının kritik önemde olacağını düşünüyoruz” diyorlar. Çağrının altındaİshak Alaton, Prof. Dr. Halet Çambel, Rakel Dink, Prof. Dr. Şerif Mardin, Orhan Pamuk, Prof. Dr. Turgut Tarhanlı ve Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’ın imzaları var.
Öyle görülüyor ki, bu kez barışsever kamuoyu bizlerin dışında bir yerlerde hazırlanan savaş senaryolarının, savaş oyunlarının çaresiz seyircileri değil sözlerinin takipçisi de olacaktır. Buna kuvvetle inanıyorum. İnanıyorum çünkü, zamanın ruhu, bilişim çağı siyaseti yalnız “meslekten siyasetçilere” bırakmama yönünde yeni güçlü eğilimler ve imkânlar yaratıyor.
Zamanımızın bu yeni eğilimlerini yakalayabilmek için ne yapmak gerektiği üstüne çok düşünmek, tartışmak zorundayız. Herhalde öncelikle yapmamız gereken şey kafamızın içinde kavramsal bir bahar temizliği yapmak, eski gözlükleri değiştirmektir.
Değinmiştim, en başta sosyal olguları çoğul, çok parçalı, çelişkili bütün değil de yekpare, total bir bütün görme yanlışını doğuran kafamızdaki soyut “toplum” imgesinden kurtulmak, onun yerine somut toplulukları görmek... Benzer biçimde, anlam kapsamı içinde bugün yaşamayan geçmiş kuşakları da içeren “millet” kavramı yerine, bugünün yaşayan, iradesini kullanma yetisinde olan toplulukları ifade etmek üzere “halk” kavramının objektifinden bakmak. Değişimin öznesi artık bu anlamda halklar oluyor. İçinde bireysel özelliklerin erimesini ifade eden kitle, yığın kavramları da artık sanayi toplumunun kavramları olarak eskide kaldı, bugünün yükselen kavramları değiller. Toplum, millet, sınıf, kitle kavramlarının günümüz dünyasında karşılıklarının olmadığını söylemiyorum ama bu kavramlarla düşünmek yeni eğilimleri görme imkânlarını daraltıyor.
Siyasi katılım olarak kamuoyu
Bilişim çağında kamuoyunun rolünün eskiyle kıyaslanamaz ölçüde artmış olduğuna kuşku yok. Çok farklı anlamlar yüklenmiş olsa da kamuoyu kavramı önemini koruyor. Bu kavramı eski sözle efkâr-ı umumiye olarak ortalama kanaat alanının ifadesi gibi de anlamamak gerek, kamuoyu onun dinamik parçası, siyasi katılım düzlemidir.
Hak ve sorumluluk dengesinde hakların değil sorumluluk ve görevlerin ağır bastığı klasik pasif vatandaşlık anlayışı da değişmek zorunda. Bu açıdan kamuoyu katılımcı vatandaşlığın mekânları olarak anlaşılmalı. Kamuoyu esas olarak karar alma değil tartışma, müzakere mekânıdır. Şimdilerde bizde de çok kullanılmakla birlikte gereği hiç yerine getirilmeyen bir yöntemdir müzakere. Zira bu kavramın kafamızdaki imgesi de totaldir, yekparedir. Oysa sabit bir alanı ve sabit bir içeriği ve totaliteyi ifade etmiyor artık kamuoyu.
Parçalı kamuoyu var
Günümüzde her topluluğun kendi kamuoyu oluşmakta olduğu gibi, nasıl topluluk kavramı da sınırları donmuş, statik bir yapıda olmayıp, değişik kimlik ve talepler etrafında yeniden şekillenebiliyorsa kamuoyu dediğimiz şeyi de dinamik ilişkiler alanı olarak görmek gerek. Bu dinamizm parçalı olmaktan geliyor. Ne var ki bu gerçeği görememek siyasi katılımı engellediği gibi, demokratik bir kamuoyu yaratma gayretlerini de verimsizleştiriyor.
Bu söylediklerimi Kürt meselesi, Kürt, Türk kamuoyları örneği üzerinden somutlamaya çalışacağım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.