Kimin ciğeri ne kadar yanar, tartışmasını yapmak son derece güçtür. Bunu ölçebilmek ve kimi kriterler üzerinden test etmek ise neredeyse imkansızdır. İnsan duygu ya da düşünceleri, ancak davranışları üzerinden sorgulanabilir. Yaptıkları ya da yapması gerektiği, gücü yapmaya yeteceği halde yapmadıklarını masaya yatırabilir, bunlar üzerinden bir değerlendirme yapabilirsiniz.
Bir yandan ciğeri yanarken diğer yandan aklını kullanmak, sakız çiğnerken merdiven çıkmak kadar kolay değildir. En azından, kendiliğinden bir refleks olarak gelişmez. Özel bir çaba gerekir. Duyguları, acıyı, öfkeye dönüştürmeden düşünebilmek, sağduyu ile konuşup, bu doğrultuda hareket etmek ciğer yangınından kurtulmanın tek yoludur.
Ciğer yangınından kaçılamaz çünkü. Eğer yangın içinizde ise onu söndürme işini başkasına havale edemezsiniz. Başkasına görev biçip, emir ve talimat yağdırmadan önce kendinize dönüp bakarsınız. Bu yangının devam etmesinde kendi payınıza düşenin muhasebesini yaparsınız.
Son günlerde başta analar olmak üzere Kürtleri PKK karşısında tutum almaya çağıran mesajlar son derece yoğunlaştı. Devletin otuz yılda yapamadığını farklı düşündüğü varsayılan Kürtlere yaptırarak bu yangını söndüreceğini sanmak sadece yeni hayal kırıklıklarını getirecek, yangını daha da büyütecektir. Kürt silahlı hareketine karşı olan Kürtlerin ne istediğini anlamaya çalışan var mı? Yöntem olarak silahlı mücadeleye karşısınız ama örneğin anadil ya da kendi kendini yönetme konusunda ne düşünüyorsunuz, diye soran var mı? Bir talebin haklılığını kabul edip bu doğrultuda bir çaba içine girmeden, o talebin elde ediliş biçimine yönelik tartışma yürütmek abesle iştigaldir.
Ölümler dolayısı ile ciğeri yanan ama aynı zamanda anadilin acısını anlamaya yanaşmayanlar, bırakın sorunu doğru tanımlamayı, insanın doğasını da bilmiyorlar. İnsanların sadece insan olmaktan kaynaklı hakları, onurları için ne yapmayı göze alabileceğine dair hiçbir şeyin farkında değiller. Oysa insanlık tarihi aynı zamanda bir savaş tarihi ise bunda çıkarı olanlar kadar, insanın doğasının da payı vardır. Marifet siyaset yolu ile sorunları çözüp bu taleplerin bir savaşı doğurmasını önlemektedir. Siyaseti, talepleri bastırma aracına döndürdüğünüzde yangını büyütürsünüz. Küçük bir kıvılcım ya da azıcık rüzgarın bir anda bütün bir ormanı kül ettiğini bilip de bunun toplumsal zeminde söz konusu olamayacağını sanmak kendini kandırmaktır.
Türkiye’de çatışmanın tarafı olmayan ve bu yangında suç ortaklığı bulunmayan Türklerin gittikçe daha sağlıklı düşünmeye başladığını görmekten büyük umut taşıdığımı ifade etmeliyim. Gerek samimi İslami duyarlılığa sahip çevrelerde, gerekse sol demokrat çevrelerde, bu ateşin nasıl söndürülemeyeceğine dair yaklaşım gittikçe ortaklaşmaktadır. Bir toplumsal olaya nasıl müdahale edilmeyeceğinde asgari yaklaşım sahibi olmadan, ne yapılması gerektiğinde uzlaşma aramak, bugüne kadar sonuç elde edilememesinin en önemli sebeplerindendir.
Gerçekten adalete dayalı, hakkaniyet esaslı bir toplumsal duruş, bu ateşi söndürebilir. Yangının gittikçe yayılıyor ve alevlerin büyüyor gibi gözükmesine aldırmadan, bildiğimiz doğrularda ısrar etmek zorundayız. Tarihin kritik dönemlerinde vicdanın gücü, sözün gücü, sanıldığından daha fazladır. Egemen ve yaygın olan yalanlara boyun eğmeden, prim vermeden, umutlarımızı boş fantezilerle tüketmeden, zor ama değerlere dayalı olan yolu yürümeyi göze almak zorundayız.