HÜSEYİN Aygün‘ü milletvekili olmadan önce tanımıştım. Dersim’de. Yılmaz bir insan hakları savunucusu. Çok da iyi bir avukat. Aygün‘ün Dersim’deki ofisinde oğlu TİKKO tarafından infaz edilmiş bir Alevi dedesine rastlamıştım. Cesedi halen kayıp oğlu için ağlayan o yaşlı nur yüzlü adam gözümün önünden gitmiyor. Ne de Hüseyin Aygün‘ün onun için sarf ettiği çaba. Aygün akrabası olduğu Kemal Kılıçdaroğlu gibi Kureyşan aşiretine mensup.
Aygün‘ün CHP listesinde yer aldığını öğrendiğimde Kılıçdaroğlu‘nun “yeni CHP” vaadi ilk kez hiç olmadığı kadar sahici gelmişti bana. Aygün koltuk meraklısı değil. Milletvekilliğini kendisine misyon edindiği hak ihlallerini teşhir etme, mağdurları savunma ve 1938 Dersim katliamını en çıplak gerçekleriyle ortaya koyup tartışmak için bir platform olarak kullanacağı besbelliydi. Zaten bu kimliği, 12 Haziran seçimlerinde BDP’nin ağır topu Ferhat Tunç‘u geçerek CHP’nin Tunceli’de ilk sıradaki Kamer Genç‘in ardından ikinci ve son milletvekili koltuğunu kapmasını sağladı.
Türkiye Aygün‘ü ancak Zaman Gazetesi’ne verdiği demecin akabinde fark etti. Zira Aygün CHP’nin en kutsalına dokunmuştu. Kemal Atatürk‘e. Dersim katliamından Mustafa Kemal Atatürk‘ün habersiz olmasının imkânsız olduğunu ifade eden Aygün olaylardan devleti ve iktidarda olan CHP’yi sorumlu tuttu. O dönem CHP’nin dışında başka parti olmadığını hatırlatan Aygün “Bunu CHP yaptı” deyip bunun üzerinden politika üretmenin de doğru olmayacağını ekledi. Bu sözlerinin akabinde CHP’deki ulusalcı, statükocu dinozor birliği olayın üzerine balıklama atlayarak asla hazzetmedikleri Kılıçdaroğlu‘nu yıpratmak üzere harekete geçti. Hesapta Aygün‘ü istifaya zorlayarak Kılıçdaroğlu için kazdıkları mezarı daha da derinleştireceklerdi. Eğer Kılıçdaroğlu oyuna gelseydi “yeni CHP” sözleri fos çıkar, liderliği fiilen bitmiş olurdu. Çünkü Hüseyin Aygün her haliyle “yeni CHP”nin sembol yüzüdür. Ve eğer CHP’deki demokratikleşme kâğıt üstünde kalırsa bırakın Kılıçdaroğlu‘nu, CHP bir daha Meclis’e zor girer.
Neyse ki Kılıçdaroğlu ilk kez partideki muhalifleri sert bir dille uyararak Dersim milletvekiline sahip çıktı. Bu Kılıçdaroğlu‘nun en önemli liderlik sınavlarından biriydi. Başarıyla sonuçlandı. Atatürk‘le ilgili Aygün‘den savunma istenmesini doğal karşılamak lazım, zira bırakın CHP seçmenini, toplumun geneli Atatürk‘ü derinlemesine tartışmaya hazır değil. Ama Aygün‘ün sözleri yine de önemli. Çünkü Atatürk‘ün sorgulanacağı yegâne konu Dersim’dir. Diktatörlüğü filan değil. Etrafımızda Hitler‘ler, Mussolini‘ler, Stalin‘ler hüküm sürerken çökmüş bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet kurmaya gayret eden Atatürk‘ün otoriter bir rejimle Türkiye’yi yönetmiş olması normal sayılabilir. Normal olmayan binlerce masum sivilin katledilmesidir. Bu vahşetin gittikçe azalan canlı tanıkları 90’lı hatta yüz yaşlarında olmalarına karşın halen aramızda. 1938 yılı Atatürk‘ün hastalığının iyice ağırlaşıp vefat ettiği yıl. Belki de hasta yatağındaki Atatürk‘e, etrafındakiler gerçekleri söylememiştir. Hem o sağlıksız haliyle iktidara ne kadar hâkimdi? Bunlar araştırılabilir. Sorgulanabilir. Gerçek demokrasilerde bu işler böyledir. Tartışma kılıflı Atatürk‘e nefret kusanları ayrı tutuyorum.
Dersim’i bombalayanlar arasında Atatürk‘ün manevi kızı Sabiha Gökçen de var. Gökçen‘in aslında Ermeni olduğunu yazan Hrant Dink şimşekleri esas o zaman üzerine çekmişti. “1915’te soykırım oldu” dedi diye değil. O da Gökçen üzerinden bir şekilde Atatürk‘e dokunmuştu. Veya öyle zannedildi. Oysa Sabiha Gökçen‘in Ermeni olup olmaması Atatürk‘ü ne şekilde ilgilendirir anlamış değilim. Veya devlet hizmetindeki rolünü. Ermeni olunca yaptıklarının değeri azalmış mı oluyor? Gerçi Dersim’i bombalamanın neresi değerli? Bu da ayrı bir tartışma konusu. Hüseyin Aygün‘ler çoğalsın. Tartışırız. Özgürce. Bir gün. İnşallah.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.