Bana gelen yabancı gazetecilere genellikle aynı şeyi söylüyorum, “Yabancı dil bilen, size benzeyen insanlarla konuşmayın”.
Şaşırarak “Kimle konuşalım” diyorlar, “Gidin sokaktaki insanlarla konuşun, pazar yerlerine, cami kapılarına, vapur iskelelerine, otobüs duraklarına gidin, oralardaki insanlarla konuşun” diyorum.
Çünkü bu ülkedeki iyi okullardan mezun olan, yabancı dil bilen, Batı kültürüyle tanışmış insanların büyük kesiminde halktan ve halkın iktidarından nefret eden bir anlayış var.
Halkı iktidara layık bulmuyorlar.
Ülkeyi kendileri gibi olanların yönetmesi gerektiğine inanıyorlar.
“Halk” dedikleri insanlar onlara “irticacı” bir kara kalabalık gibi gözüküyor.
Halkı tanımıyorlar.
Halkın arasına karışmıyorlar.
Halkın kendilerine ve yaşam tarzlarına düşman olduğuna bütün varlıklarıyla inanıyorlar.
Halkı “eğitmek” gerektiğini, bu eğitme görevinin kendilerine ait olduğunu düşüyorlar.
Bunun için de iktidarda olmaları gerekiyor.
Sorun ise bunu isteyenlerin “azınlık” olması ve iktidarı seçimle kazanmalarının mümkün olmaması.
Bunun için de orduyu, darbeyi, Ergenekon’u destekliyorlar.
Ancak böyle demokrasi ve hukuk dışı bir yolla iktidarı ele geçirmelerinin mümkün olabileceğini biliyorlar.
Demokrasi “halkı” iktidara getireceği için demokrasiden nefret ediyorlar.
Böylece Batılılara en fazla benzeyen, onlar gibi yaşayanlar, Batı’nın felsefesinden, demokrasisinden, hukukundan en uzak kesimi oluşturuyorlar.
Batılı gibi yaşayanlar Batılı bir demokrasi istemiyorlar.
Kendi çıkmazlarını da yabancı gazetecilere “Türkiye’nin çıkmazı” gibi anlatıyorlar ve AKP’nin demokrasiye doğru attığı her adımı “şeriata” doğru atılmış bir adım gibi görüyorlar.
Bu insanlar CHP’nin tabanını oluşturuyor.
Bu anlayış da hiçbir zaman iktidara gelemiyor, gelemeyecek.
CHP, iktidar alanına doğru açılamadığından, kendi içindeki potansiyel “demokrasi” duvarına dayanıp büyük bir enerji birikimi sağladığından, bu enerji her defasında ileriye doğru değil, partinin içine doğru patlıyor.
Sürekli kendi aralarında kavga edip, kurultaylara gidip, hiziplere ayrılıp, büyük bir enerjiyi, yanlış inançlar ve yanlış politikalarla havaya savuruyorlar.
Demokrasinin en ciddi savunucuları arasında yer alabilecek büyük bir kesim demokrasi ve rekabet dışı kalıyor.
Türkiye’nin belki de en iyi eğitilmiş, en iyi donatılmış, en büyük birikime sahip yüzde yirmisi, kendilerine en fazla ihtiyaç duyulduğu zamanlarda demokrasi mücadelesine giremiyorlar.
Hâlbuki doğru politikalarla o yüzde yirmi Türkiye’nin kaderini değiştirebilir, yüzde yirmilerden yüzde kırklara fırlar.
Bunun sihirli formülü CHP’lilerin ruh ve düşünce dünyasında gerçekleşebilecek bir değişime bağlı.
“Yaşam tarzlarını” tehlikede hisseden bu insanlar, yaşam tarzlarını koruyabilecek tek yöntemin “demokrasi” olduğuna inansalar, “başörtüsünü” bir şeriat simgesi olarak değil de bir özgürlük ifadesi olarak görseler, Kürtlerin anadillerini kendi anadilleri gibi korusalar, sadece “kendi yaşam tarzlarını” değil bütün yaşam tarzlarının hakkını savunsalar büyük bir devrim ve siyasi bir patlama yaratacaklar.
Halkla aralarındaki o “korku uçurumu” kapanacak.
Herkesin kendini güvende hissedeceği bir sistemi savunarak kendilerini güvende hissedecekler.
1923’e takılıp, 2023’ü Tayip Erdoğan’a kaptırmayacaklar.
“Dindar gençlik yetiştireceğim” diyerek “dindar bir Kemalizm’e” kapak atan, yönetenin halkın inancı da dâhil her şeyine karışabileceğine inanan, Uludere’de olduğu gibi devletin sorumlu olduğu bir katliamın hesabını halkına vermeyen, orduyla sıkı sıkıya kucaklaşan bir başbakana karşı “demokrasinin” öncülüğünü yapacaklar.
Bu insanlar, demokrasi içindeki bir Erdoğan’dan kimseye bir zarar gelmeyeceğini, buna karşılık demokrasiden uzaklaşan bir Erdoğan’ın herkes için büyük bir yıkım yaratacağını fark edebilseler, asıl sığınmaları gereken yerin demokrasi olduğunu da anlayacaklar bence.
Erdoğan, 12 Eylül rejimiyle anlaşıp adım adım demokrasiden uzaklaşırken, zaten başından “demokrasiye” karşı çıkan bir kesim onunla nasıl mücadele edebilir?
Yüzde yirmilik, yirmi beşlik demokrasiye inanmış bir kesim çok büyük bir güçtür çağımızda çünkü o yüzde yirmiye sadece ülkenin içinden başka kesimler değil, gelişmiş dünya da eklenir.
Erdoğan’ın iktidar macerasında “gelişmiş dünyanın” rolüne bakarsanız “dünyayla” ittifak kurmanın önemini de anlarsınız; Erdoğan bugün gelişmiş dünyadan uzaklaşıyor, neden CHP o dünyayla ittifak kurmasın?
Neden muhafazakâr insanlara “dindar bir Kemalizm’in” yaratacağı felaketleri anlatmasın?
Neden Kürtlerle demokratik mücadelede el ele vermesin?
Bunun için demokrasiye güvenmek ve demokrasiye gerçekten sahip çıkan bir kesimin gücüne inanmak yeterli.
CHP’ye destek olan insanlar, bu büyük düşünce devrimini kendi içlerinde gerçekleştirebilirler mi?
Hem beyinsel hem siyasal tembellikten vazgeçtiklerinde, ezberlere sığınma kolaycılığını bir kenara bıraktıklarında neden yapamasınlar?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.