Siyasette diyet ödemek çok ağır bir iştir ve elektrik faturası ödemeye benzemez. İkincisini ödersiniz ve yeniden elektrik tüketinceye kadar TEDAŞ’a borcunuz filan kalmaz..
Siyasi diyet ödemeye mecbur kalmışsanız önünüze konan faturaların biri gider, biri gelir.
Önce bir örnek hadise hatırlatayım, sonra asıl konumuza döneriz.
Güney Kürdistan’da Kürtler Federal bir statü kurunca, ortalık bayağı karıştı.
Nihayet Kürdistan kurulmuştu ve bu kuruluşa katkı yaptım, peşmergelere ekmek verdim, su verdim, kamyon dolusu mekap ayakkabı gönderdim diye bir zamanlar yaptığı yardımları hatırlayan kim varsa, soluğu Erbil’de alıyor ve Kürdistan’ın kuruluşundan payına düşen diyeti talep ediyordu.
Altına hücum gibi bir şeydi yani..
Sonra bu diyet ödemeler –yolsuzluk iddialarıyla beraber– ayyuka çıkınca, Irak Cumhurbaşkanı, Kürt lider Celal Talabani’nin partisi ikiye bölündü.
GORAN adıyla yeni bir parti kuruldu ki, bu parti, KDP ve YNK’den sonra Kürdistan Meclisi’nin üçüncü büyük partisi oldu.
İki yıl önce Süleymaniye’deydim, orada ilginç şeyler anlattılar. Mesela YNK, üst yönetimi, Talabani’nin başkanlığında toplanıyor ve siyasi durum değerlendirmeleri yapıyormuş. GORAN-Değişim yanlıları, en çok yolsuzlukları gündeme getiriyor ve Kürdistan bütçesinin bu diyetlerle heba edildiğini anlatıyorlarmış. Talabani de “Ne yapalım kardeşim, bugün diyet ödediğimiz adamlar, biz dağlardayken, bize ekmek ve su veren adamlar, isteklerini karşılamak zorundayız” diyormuş.
Kıssadan hisse: Yeni bir ulusal-inşa veya yeni bir devrim, eğer halkla ilişkilerini “diyet borcu” ödeme üstüne kurarsa, kısa zamanda bundan çok zarar görür.
Güney Kürdistan’la Türkiye’de olup bitenlerin fazla benzerliği yok aslında, CHP’nin ne değişmeye niyeti, ne de yeni Türkiye’nin inşasında gözü var. Ama yaşadığı sorun yukarıdaki örnek bağlamında galiba aynı sorun: Birilerine diyet ödemeye mecbur olmak.
Sayın Kılıçdaroğlu kendisini ve partisini Ergenekon’a diyet ödemeye mecbur eden süreci, CHP’ye genel başkan olmaya karar vermekle bizzat başlatan kişidir.
Siyasi yetenekleri ve performansı ve karizması bakımından, Baykal’la karşılaştırılamayacak kadar geri olan Kılıçdaroğlu bir iki gün içinde, Dersim’e il başkanı yapılsaydı, şaşmazdım, ama iki gün içinde CHP’ye genel başkan olunca buna hem şaştım hem de Kılıçdaroğlu’nu, onu Genel Başkan koltuğuna oturtanların niyetini ve amacını sorgulama gereği duymadığı için de eleştirdim.
Kılıçdaroğlu, şimdi CHP Parti Meclisi toplantısına girerken, cebine koyduğu ve önceden alınmış kararlarla giriyor. Parti yönetimine ise usulen bu kararları onaylamak düşüyor.
Nerden nereye, bence CHP Baykal döneminde bu durumda değildi.
CHP’nin Ergenekon’a diyet borcu, Cumhuriyet mitingleriyle başladı belki, ama yine de o dönemde Ergenekon camiası darbelerden ümidini kesmiş filan değildi. Kitlesel destek arayışları için siyasi partilerde üs kurmak ikincil önemde bir hadiseydi. Sonraları, Ergenekoncular, hem MHP hem de Yazıcıoğlu’nun partisiyle az uğraşmadılar. Ama ne zaman ki, şapka düştü, kel göründü ve ordu içindeki Ergenekon ve Balyoz darbe girişimleri boşa çıkarıldı işte o zaman bir kitle partisi içinde olmak, CHP gibi bir partide istihdam olmak, acil bir ihtiyaç haline geldi.
Bütün bu plan-programlar, üst düzeyde gerçekleşiyor ve tabanın bütün bu olup bitenlere maalesef bir şey dediği olmuyordu.
Taban, geleneksel CHP sınırında bir taban değil çünkü, o sınır çoktan aşıldı. CHP tabanı bugün, AK Parti iktidardan kanlı bir darbeyle ve ülkenin bir ucundan öbür ucuna kurulacak idam sehpaları bahasına gidecekse, bu darbeye bile evet diyebilecek zihniyete sahip bir taban. Ve o tabanın içinden darbeyi alkışlamayacak, ölümlerin ardından gözyaşı dökecek kimseler bulunmaz. Çünkü AK Parti’den nefret duygusu bütün dokuyu sarmış vaziyette.. Bu nefretten, bu kitlenin kurtulması için AK Parti’ye zarar verecek bir şeylerin olması lazım. O şeyler doğal olarak, sandıktan geçiyor. Ama sandıklar açılıyor ve görülüyor ki, AK Parti’nin üç dönemdir, zarar- ziyanı yok.
CHP’lileri kızdırmak değil amacım, onların nefretinden korkarım gerçekten, ama CHP’nin yarattığını düşündüğü ve çok geçmeden de kendisini bumerang gibi vurmaya başlayan krizin gerçek sahibi CHP değil, Ergenekon.
Bu kriz biter belki, ama yeni krizlere de hazırlık yapıldığı çok açık.
Silivri’nin kapıları ardına kadar açılıncaya kadar, CHP ve Kılıçdaroğlu, Ergenekon’a diyet ödemeye mecbur.
Balbay ve Haberal Meclis’e gelse bile bu diyet ödenmiş sayılmaz. CHP’deki en sözü açık ve karnından konuşmayan milletvekili İsa Gök bu gerçeği ifade ediyor zaten..
Kılıçdaroğlu diyetin yazıldığı faturayı ödeyebilecek kadar oy alamadı, bu yüzden de her an harcanabilir konumda bir politikacı o.
İki kez ağırlaştırılmış idam cezası talebiyle yargılanan Haberal’ı Meclis’e taşıma olanağı bulsa bile, Ergenekon onu ve partisini yeni krizlerin içine sürüklemeye devam edecek..
Yazıyı bitirirken, gel de şimdi, Niyazi Usta’yı hatırlama dedim içimden.
Niyazi Usta, Zana’nın terzilikten ustası ve mücadele arkadaşıydı.
Mehdi Zana’nın 1977’de, Diyarbakır’a belediye başkanı olduğunu göremeden kanserden vefat etti. Hayatının son zamanlarında, çok acı çekiyordu. Acısını unutmak için gece sinemalara gider, Uzakdoğu’dan kiloyla ithal edilen karate filmlerini gece yarılarına kadar seyrederdi. Sonra sinemadan çıkar sabaha kadar açık olan, Dağkapı’daki Abide Çayevi’ne gelirdi. Seyrettiği filmleri anlatır dururdu bize.
Niyazi abi, en çok, oyuncuların birkaç metre sıçrayıp havada dövüşmelerine hayret ederdi. Gazetelerde bir haber okumuştum, haberde bu filmde oynayan artistlerin, zaten sporcular arasından seçildiği yazılıyordu.
Bu oyuncular, belli sporları yaparak yerden havaya doğru belli bir mesafe sıçrayabiliyor, ama özel kullandıkları ayakkabılarının altına da özel yapım yaylar takmak suretiyle yerden birkaç metre havalanabiliyorlardı. Niyazi abiye bu yaylardan söz ettim, ve Türkiye’de icat edilseydi ne iyi olurdu, havaya sıçrar dururduk dedim.. Niyazi abi, “Ağzından yel alsın, babam” dedi, “sağlam bir şey icat etmez ki Türkiye, bu yaylar icat edilse, alır ayağının altına bağlarsın, sonra havaya sıçrarsın, ama havada da kalırsın, bir daha aşağı inemezsin!”
Diyeceğim, Kılıçdaroğlu Ergenekon’un icadı çürük yaylardan birini ayakkabısının altına bağladı ve havaya sıçradı, yemin etmeyeceğiz diye tutturdu, ama şimdi de inmeye çalışıyor ve çakılıp kaldığı boşlukta, Erdoğan’ın elini arıyor..
Sayın Erdoğan da, seni kim oralara fırlattıysa onlar indirsin diyor. Haksız sayılmaz. Elini uzatsa ve Kılıçdaroğlu’nu yere indirse, hiç kuşkunuz olmasın, CHP lideri bu sefer ayağının altına bir yay daha bağlar ve Silivri’nin kapıları açılıncaya kadar yeryüzüne inmeyeceğim diye tutturur..
Biraz ciddiyetten uzaklaştığımı düşündüyseniz, affola, CHP krizi o kadar komik ki, yazı kendiliğinden biraz komik oldu!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.