Bugünlerde cezaevi denince akla Silivri geldiği için, yazımın onunla ilişkili olduğunu düşünenleri önceden uyarayım, bu yazı başkalarıyla ilgili. Silivri’de de unutulanlar var mı bilmiyorum ama geçtiğimiz günlerde yapılan ve bir taktik olarak sürdürüleceği anlaşılan Silivri baskınlarına bakılırsa, burada bir unutma zaafının yaşanmadığını düşünebiliriz. Bu yüzden yazım, cezaevinde gerçekten unutulan ve kendi kaderine terk edilen İslami camiaya mensup mahkûmlarla ilgili.
Cezaevleri toplumumuzun önemli bir kesimi için çok canlı ve hayatın içinde bir olgudur. Rehabilitasyon hizmetlerinin yetersizliği sebebiyle gerçekten kader mahkûmu hâline gelen ve tekrar tekrar cezaevlerine düşenlerin yanı sıra, özellikle siyasi düşünce ve eylemlerden mahkûm edilme durumuyla sıkça karşılaşan sol kesim ve Kürtler için cezaevi yıllardır adeta bir ikinci adres gibidir. İşte bu yüzden cezaevlerinde yaşanan sorunlar, işkenceler, hak ihlâlleri ve cezaevinden çıkanlar için gereken destek için çeşitli dernekler vakıflar kurulmuştur. Bu dernek ve vakıflar aracılığıyla cezaevi sorunları ülke gündemine taşınır ve bizler de haberdar oluruz. Ancak yine siyasi suçlu olarak cezaevine giren İslami camianın radikal diyebileceğimiz kesiminden mahkûmlar, yakınları ve duyarlı birkaç dernek dışında tam bir ilgisizliğe mahkûm edilmişlerdir. Bu ilgisizliğin sebepleri hakkında çeşitli fikirler ileri sürülebilir ama aslında bu mevzu, dindar kesimlerle devlet ilişkisinin hassas veçhelerini de işaret etmesi bakımından bence önemli bir araştırma konusudur. İslami camianın bu açığını kapatmak üzere harekete geçen MAZLUMDER’in başlattığı bir çalışma bu konuda hepimizin kendimizi sorgulamamızı, hatta utanmamızı gerektiren bir eksikliğimizi ortaya koymuştur, kendilerine teşekkür ediyorum.
Cezaevi söyleşileri
MAZLUMDER “Cezaevleri Çalışma Grubu” tarafından düzenlenen “Cezaevi Söyleşileri” işte bu cezaevlerinde unutulan mahkûmları gündeme taşıyan, onların varlığından ve sorunlarından bizleri haberdar önemli bir girişim. Geçtiğimiz günlerde onuncusu düzenlenen söyleşide, İslami Hareket Davası kapsamında 1994’ten beri cezaevinde tutulan Ahmet Şat’ın durumu ele alındı. Konuklar bu süreçlere yakından vâkıf olan iki kadın ve anlattıkları da gerçekten yürek sızlatıcı... Türkiye’de “irtica” paranoyasının nice gencin hayatında pek çok şeye mal olduğunu bilsek de, çocuk yaşta tutuklanıp, işkencelerden geçerek, ağır cezalara mahkûm olmak, bu talihsizliklerin en beterlerinden biri kanımca. Bunların bilinmemesi, duyulmaması da bambaşka bir talihsizlik.
Ahmet Şat’ın MAZLUMDER’e gönderdiği uzunca bir mektup var, MAZLUMDER’in sitesinde yayınlanan. O mektupta o kadar olgun ve haklı cümleler var ki, mutlaka okuyun ama ben yazımı çok önemli bulduğum bir bölümle bitiriyorum:
“ Müslüman vicdanı sadece kendisine yapılan zulme değil komşusuna/ötekine karşı yapılan zulme de isyan eder. Ve her türlü zulmü kendisine karşı yapılmış kabul eder. Özelikle 28 Şubat süresince zulüm olarak hep başörtüsü işlendi. Evet, Allah’ın bir emri olması yanında din ve vicdan özgürlüğünü temsil eden örtüye karşı irtica yaygarası üzerinden yapılanın apaçık bir zulüm olduğu açıktır. O dönem binlerce kız çocuğu eğitim hakkından mahrum edildi. Ama o günlerde bu ülkede ölen binlerce insana karşı ‘Bu insanlar neden ölüyor?’ ya da ‘Neden bunca insan tutuklanıp zindanlara atılıyor?’ diyen Müslüman sayısının ne kadar az olduğunu çok iyi hatırlıyoruz. Sizce en büyük zulüm veya sorun hangisi olmalıydı diye tekrardan vicdanlarımıza yönelmemizin zamanı hâlâ gelmedi mi? Aslında Müslümanlar olarak sistemin sadece bize dokunan dişlisine karşı çıkıyoruz. Dün de öyleydi bugün de bu tekrar ediliyor.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.