Çevrimsel süreç, belli bir düzen içinde yürüyen yani planlandığı gibi ilerleyen gelişmelerin bir süre sonra önceki yerine dönmesi; çembere alınmışlığın kısır döngüsü içinde başa dönülmesi anlamına geliyor.
Demokratik çözüm sürecinin ikinci aşamasıyla ilgili yaşanan gerilim ve tartışmalara bakınca insanın aklına ister istemez yeniden başa mı dönülüyor sorusu geliyor.
Habur’la ‘sil baştan’ yapılan Oslo sürecinin ardından yaşanan yıkımın acısı tazeliğini koruyor ve binlerce insanın hayatına mal olan kanlı 2011-12 yıllarına ait gerçek orta yerde duruyorken, insanın aklına bu sürecin de biteceğine dair soruların gelmesi elbette ürperti veriyor.
Gerilimin yükseldiği bu günlerde insan bu ihtimali düşünmek dahi istemiyor fakat, düşünmeden de edemiyor. Doğrusunu isterseniz gelişmeleri iyi-kötü izleyen biri olarak sürecin yeniden ‘sil baştan’ edileceği ve çatışma ortamına yeniden dönüleceği fikrine inanasım gelmiyor.
Evet süreçte bir gerilme yaşanıyor ve tıkanma eğilimi gözleniyor ama, bu sürecin biteceği, her şeyin ‘sil baştan’ edileceği anlamına gelmiyor. Ne kadar farkındayız bilemiyorum fakat, nesnel durum tersini söylüyor. Mevcut –iç ve dış- konjonktür taraflara süreci ilerletmek dışında bir yol bırakmıyor.
Yani; askeri operasyonların yapılacağı, şiddetli çatışmaların yaşanacağı, karakolların basılacağı, intihar saldırılarının ve ‘iç savaş’ provalarının yapılacağı bir dönemin yeniden başlaması, yeni yıkımların yaşanması bölgenin ve Türkiye’nin içinde geçmekte olduğu bu çalkantılı süreçte imkan dahilinde görünmüyor.
Kaldı ki bunların hepsi de yaşandı ve bunlardan hiçbir sonuç alınamadı. Alınamadığı için İmralı’nın kapısı açıldı. İmralı-Ankara-Kandil hattında kapsamlı görüşmeler yapıldı.
PKK elindeki kamu görevlilerini bunun için bıraktı. Stratejik geri çekilme kararını kalıcı, adil bir barış amacıyla aldı.
Milyonlar Newroz meydanında, komisyonlar Meclis’te bu nedenle toplandı. Akil İnsanlar heyetleri Türkiye’yi savaş değil, barış için dolaştı.
Bütün bunları olmamış sayabilir, İmralı’da başlatılan sürecinin iyi planlanmamış, taraflar arasında uzlaşma sağlanmamış ve bu adımlar tartışılmadan atılmış diyebilir miyiz? Aynı şekilde bölgesel gelişmeleri yok sayabilir, çok bileşenli, kapsamlı bu sorunun tesadüflere bırakıldığına inanabilir miyiz?
Evet, dediğim gibi süreçte sorun yaşanıyor ancak, bu sorunlar aynı zamanda hızlı bir çözümü de tetikliyor. Sıkıntılar süreci hızlandırıcı etki yapıyor. Bundan kaçmak da mümkün görünüyor.
Zira ortaya çok güçlü bir barış iradesi çıkmış bulunuyor.
Kürt tarafının yaptığı konferanslar ve KONGRA GEL 9’uncu Genel Kurulu ile Akil İnsan heyetlerinin ortaya koydukları raporlar bunu gösteriyor.
Sorun hükümetin barış beklentisine beklenen ölçüde yanıt verememesinden; Erdoğan’ın süreci tekeline almasından, kimseyle paylaşmamasından ve zamana yaymasından kaynaklanıyor. Oysa zaman uzadıkça beklentiler azalacak, umudun yerini umutsuzluk alacak, süreç karşıtlarının sabote etme imkanları da artacaktır.
Akil İnsanlardan Hürriyet yazarı Hüseyin Yayman, “Başbakan elini açık etmek, avantajı kaybetmek istemiyor” diye yazıyor!
Ancak, bu ketum tutumun Kürt tarafında ciddi tepki yarattığının, sabırların zorlandığının görülmesi gerekiyor. Bu tutum aynı şekilde Türk kamuoyunda şüphe ve kaygılarına artmasına da neden oluyor.
Dolayısıyla Erdoğan’dan açık, net ve şeffaf olması; verdiği sözleri tutması gerekiyor. Tabii kim ne derse desin Erdoğan’ın bundan kaçması, Oslo sonrasında olduğu gibi süreci yeniden ‘sil baştan’ etmesi mümkün görünmüyor.
Zira, hükümeti ve devletiyle Türkiye için bölgede Kürtlerden başka gidecek bir adresin kalmadığı biliniyor. Ayrıca birçok bölgesel güç ve dinamiğin AKP’yi cezalandırmak amacıyla savaş yanlısı bir politika izlediği ve çatışma ortamına yeniden dönülmesi amacıyla çaba harcadığı da biliniyor.
Demek istediğim Türkiye’nin önünde Kürtlerle uzlaşmaktan ve barışmaktan başka bir yol bulunmuyor.
PKK Lideri Öcalan da bunun farkında olduğu için ikinci aşamaya geçilmemesine rağmen hükümete 15 Ekim’e kadar zaman verdiğini söylüyor. Bu aynı zamanda 2’inci ve 3’üncü aşamanın iç içe geçeceği, hükümetin sonbaharda köklü reformlar yapmak zorunda kalacağı anlamına geliyor.
Görüldüğü kadarıyla bazı beklentilerin aksine bu yazı çatışarak değil, tartışarak, daha çok da sonbahara hazırlık yaparak geçireceğiz.
Etkisel olmaktan ziyade tepkisel davranmayı tarz haline getirmiş ve süreçten ‘bir şey çıkmayacağı’ peşin hükmüyle hareket etmiş bazı siyasetçi ve kalem erbabına anlatmak zor oluyor ancak, sürecin çalkantılı yaşanıyor olmasını bir yerde doğal karşılamak gerekiyor.
Kaldı ki süreçten bir şey çıksa da, çıkmasa da sürecin esas olarak Kürt halkına hizmet ettiğini görmek de gerekiyor.
İmralı’da başlayan sürecin- bir; Rojava devriminin korunması ve kurumlaşması- iki; Kürtler arasında birliğin güçlenmesi ve kurumlaşması- üç; Kürdistan ve Türkiye’de güçlü bir çözüm iradesinin ortaya çıkarılması- dört; Öcalan ve PKK algısının değişmesi ve meşruiyetlerinin artması ve beş; Kürt kurumsal birikimin ‘yeniden yapılandırılması’ yolunda önemli kazanımlar yarattığını görmek gerekiyor.
Özcesi, süreç belli bir düzen içinde yürümese, yani planlandığı gibi ilerlemese de başa dönülmesi zor görünüyor.
Keskin kavşakta süreç savaşa değil, kalıcı, adil barışa işaret ediyor…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.