Ak Parti'nin Türkiye tarihinde ilk defa oylarını artırarak üçüncü kez iktidar olmasının altında yatan faktörleri iyi okumak gerekir. Hizmet siyasetinin ve siyasî istikrarın aynen devam etmesinin arzulandığı aşikâr ki Ak Parti'nin "İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün" sloganı da bu talebin bir yansımasıydı. Buna ek olarak, Tayyip Erdoğan'ın rakipleriyle kıyaslanmayacak lider karizmasını da unutmamak gerek. "O yapıyorsa, bir bildiği vardır" cümlesiyle özetleyebileceğim türden bir güven duygusunu Erdoğan halkın büyük kesimine aşılamış görünüyor. Ayrıca Ak Parti'nin başından beri kazanmayı arzu ettiği sahil kesiminde CHP'yi oldukça zorladığı ve Antalya gibi "CHP'nin kalesi" olduğu sanılan şehirlerde üstünlüğü elde ettiği not edilmeli. Başörtülü aday göstermemenin bu gibi faydaları da oluyor demek ki...
Ancak oy dağılımının yarısının iktidar partisine ait olmasında, Cumhuriyet kurulduğundan beri 'merkez' tarafından dışlanan 'çevre'nin kendisini Ak Parti'yle özdeşleştirerek, merkeze doğru yolunu ancak bu parti sayesinde bulacağını düşünerek oy vermesini hesaba katmak durumundayız. Nesillerin hafızasına kazınan ezilmişlik duygusunun, Ak Parti sayesinde, özgüvenle yer değiştirdiğini fark etmek gerek. Toplumsal hafızanın siyasette ne kadar önemli olduğunu bilen Başbakan Erdoğan'ın "yeni CHP"yi İsmet İnönü zamanındaki zulüm politikalarından örnek vererek vurması tesadüf müydü sanıyorsunuz?
CHP ise, 2007 seçimine nispetle oylarını en çok artıran parti olsa da, koyduğu çıta öylesine yüksekti ki bu "başarı" oldukça sönük kaldı. CHP'nin kemikleşmiş kitlesinden MHP'ye en az %2'lik bir kayış olduğu aşikâr. Bunun en büyük sebeplerinden birisi, "yeni CHP"nin BDP ile yakınlaşması ve demokratikleşen söylemleri olsa gerek. Ancak aynı zamanda Cumhuriyet Güç Birliği ve Tuncay Özkan gibi bağımsızlara kaybedilen oyların da etkisi var. Fakat CHP, Kılıçdaroğlu'yla beraber yenilemeye çalıştığı söyleminden çark ederse, önümüzdeki seçim daha da büyük bir oy kaybıyla karşı karşıya kalabilir.
Seçimin sürprizlerinden birisi de barajı geçse de sınırda bir yerde kalacağı düşünülen MHP'nin oylarını geçen seçimlerdeki oranda sabitleyebilmesiydi. Bunun en büyük sebeplerinden birisi Diyarbakır'da bile "Ne mutlu Türk'üm diyebilene" söylemini savunabilen tek partinin MHP olmasıydı. Zaten Diyarbakır mitinginin esas amacı Diyarbakırlılara seslenip onları ikna etmekten çok, Orta Anadolu ve özellikle sahil kesimine Türk milliyetçiliğini savunan tek parti olduklarını göstermekti. Amaç hasıl oldu. MHP tabanı artık muhafazakâr milliyetçilikten seküler milliyetçiliğe daha yakındır. Ayrıca seçim sürecinde Fethullah Gülen'i hedefe oturtan beyanatlarıyla öne çıkan Bahçeli'nin Gülen Hareketi'ne âdeta nefretle bakan ulusalcıları etkilemiş olabileceği göz önüne alınmalı kanaatindeyim.
Seçimlerin ikinci galibiyse BDP'nin desteklediği bağımsızlar oldu. %10 seçim barajına ve devletten kuruş yardım almamasına rağmen bağımsızlar milletvekilli sayısını 22'den 36'ya yükseltebildiler. %10 seçim barajı faktörü olmasaydı 60'tan fazla vekil çıkaracakları göz önüne alınırsa artık Türkiye'de bir "BDP gerçeği" olduğunu görmek gerekiyor. Ak Parti'ye yakın dostlarım her ne kadar bu gelişmeyi kaygı verici bulduklarını söyleseler de "korkunun ecele faydası yok". Yeni dönemde BDP ile iletişim kurmanın ve halkın vekilleri olarak onları da anayasa müzakerelerinin bir parçası kılmanın yolları aranmalı. Çevrenin de çevresinde olan Kürtler, BDP eliyle merkeze doğru yürümek istiyor; bunun önünü bir zamanlar çevrede yer alanlar tıkarsa çok yazık olur.
Tabii bu süreçte BDP'ye de büyük görev düşüyor. Onlar da Kürt halkının silahlı mücadeleden çok Meclis'ten çıkacak bir çözümü benimsediklerini göz önünde bulundurup, bunun sorumluluğuyla hareket etmeliler. İşe demokratik özerklik gibi maksimalist taleplerle başlamak müzakere yolunu baştan kapamak anlamına gelecektir. Bundan daha önemlisi, BDP'nin toplumsal psikolojiyi hesaba katan açıklamalarla halka kendini anlatmasıdır. Öcalan'a selâm göndermek, "halk gerillaya oy verdi" demek gibi "BDP'yi PKK'lılaştıran" söylemlerden çok "PKK'nın BDP'lileşmesini", yani siyasallaşarak düz ovaya inmesini kolaylaştıracak bir dil barışın tesisine katkı sunacaktır.
Başbakan Erdoğan'ın "Kürdün de kendini birinci sınıf vatandaş hissedeceği türden bir anayasa" yapma vaadi ve helallik isteyerek büyük bir tevazuyla her partinin kapısını çalacağı sözü önemsenmeli diye düşünüyorum. Önümüzde KCK davası gibi hukuksal boyutta çözülecek, vatandaşlık tanımı ve anadilde öğrenim veya eğitim gibi anayasal boyutta çözülecek sorunlar dururken seçim öncesinde olduğu gibi meydan okuyarak siyaset yapmaktan bir hayır sadır olmaz.
Artık yeni anayasa zamanı, artık barış zamanı. Bismillah deyip, kolları sıvamak gerek.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.