Son günlerde Gülen Cemaati’nden dostlarımın ziyaretleri sıklaştı.
Sevdiğim, iyi insanlar.
Hem içine düştükleri durumdan, hem haklarındaki algıdan, hem de bizim Stratfor yayınlarımızdan şikâyetçiler.
Bazısı bunu çelebice söylüyor, bazısı biraz daha sitemkâr.
Daha önce de yazmıştım, onlara da söyledim, bizim kapımız herkese açık, derdi olan herkese yer var burada, en sert kapıştıklarımız da dâhil kim Taraf’a görüşünü, sıkıntısını anlatmak isterse, biz ona hakkaniyet adına yer veririz.
Cemaat’ten dostlarımın dediklerini anlatacağım ama önce izin verirseniz ben hükümet- Cemaat çekişmesi olduğunda tavrımın ne olacağını baştan net bir biçimde koyayım.
Eğer hükümetle Cemaat siyasi iktidar kavgasına girerse, Cemaat siyasi iktidarı paylaşmak isterse ben hükümeti desteklerim.
Hükümet, isterse MHP hükümeti olsun, benim için fark etmez.
Siyasi iktidara sadece siyasi aktörler, siyasi partiler talip olabilir, siyaset dışı bir güç siyasi iktidardan pay talep edemez, siyasi bir iktidar istiyorsa siyasi partisini kurar.
Eğer hükümet, devlette görevli insanları Fethullahçı diye fişlerse, onların hak ettikleri halde yükselmesine izin vermezse ben Cemaat’i desteklerim.
Çünkü herkes inancında özgürdür, buna kimse karışmaz, kimse kimsenin önünü inancından dolayı kesemez.
Eğer Cemaat’ten birileri devlet içinde geldikleri mevkileri, o mevkiin gereklerine göre değil de Cemaat’in isteklerine göre kullanmaya kalkarsa, bu yüzden işinden olursa, onu görevden alan hükümeti desteklerim.
Bunlar basit ve net hukuk kuralları, benim ölçüm bu kurallardır.
Şimdi gelelim dostlarımızın söylediklerine.
Elbette önce Ahmet Şık’la Nedim Şener’in olayını sordum.
Bir tanesinin cevabı çok net.
“Bunu yapanlar bizim cemaatten olamazlar.”
Bu yargı rezaletinin, tutuklanan iki gazeteciden sonra en fazla zararı Cemaat’e verdiğini de bu sözünün “kanıtı” olarak gösteriyor.
Hükümet-Cemaat çekişmesiyle ilgili çok açık konuşmak istemiyorlar anladığım kadarıyla, sadece “biz değişmedik, on yıl önce neysek şimdi de oyuz, bir sorun varsa bu bizim değişmemizden kaynaklanmıyor” diyorlar.
Benim sezebildiğim kadarıyla “ilk kırılma” Balyoz davasıyla yaşanmış, savcılar 25 generali sorguya çağırınca hükümet buna karşı çıkmış ve bu çağrıyı Cemaat’ten bilmiş.
Daha sitemkâr olan dostum Alaattin Kaya ise Cemaat’le ilgili son zamanlardaki algının kendileri için “yaralayıcı” olduğunu kabul etmiyor.
Ona göre bunlar her zamanki “tezvirat”, değişen bir şey yok.
Doğrusu ya bana öyle gelmiyor; şu anda Cemaat bir “müminler grubunu” fazlasıyla rahatsız etmesi gereken suçlamalarla karşı karşıya, bunlara aldırmıyorlarsa ya da bunu yok sayıyorlarsa söyleyecek fazla bir sözüm yok.
Ama benim görebildiğim kadarıyla son yaşananlar, “dindar bir grubun” sahip olması gereken merhametli, müşfik, yardımsever, hakkaniyetli imajını ciddi biçimde soldurdu.
Kaya, özellikle bizim Stratfor yazışmalarını yayımlamamıza, daha doğrusu bunları bu kadar büyük görmemize karşı, “Ergenekon sürecini bitirmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğümüzü” söylüyor.
Hürriyet’te çalışan eski bir Cemaat mensubunun sözlerini manşete koymamızı ise, “o insanın kim olduğu bile belli değil” diyerek eleştiriyor.
Ahmet Şık, Nedim Şener olayının “Ergenekon sürecine olan güveni sıfırladığını” yazmama ise “hangi değerlendirmeler seni bu noktaya getiriyor” diye sorarak karşılıyor.
Stratfor yazışmalarında “Gülen Cemaati’nin AKP’den 150 milletvekili istedi” denmesinin ise tümüyle asılsız bir değerlendirme olduğunu, bunu aynen gazeteye yazmanın haksızlık olduğunu söylüyor.
Gülen’le ilgili de iki anekdot anlattı, bir seferinde Fethullah Gülen Ergenekon sürecinde sempati duyduğu bir ismin tutuklanmasına çok üzüldüğünü bizzat Kaya’ya söylemiş ama bu konuda hiçbir müdahalede bulunmamışlar.
Bir başka seferinde de Kaya’yla konuşurken Gülen, her şeyin kendisine mal edilmesine üzüldüğünü söylemiş, “bütün bunları benimle ilişkilendirmek haksızlık” demiş.
Bunlar Cemaat’in ileri gelenlerinin sözleri.
Şimdi gelelim özellikle Stratfor konusundaki eleştirilere cevaplarıma.
Stratfor yazışmaları, “istihbaratçıların” kendi aralarındaki “konuşmaları”, yeryüzünde bir film için, bir roman için ve bir gazete için “istihbaratçıların kendi aralarındaki konuşmalarından” daha ilgi çekici bir şey olabileceğini sanmıyorum.
Stratfor’dakilerin söyledikleri gerçek midir bilmem ama bunları söylemiş oldukları gerçek.
Amerikan askerî istihbaratına da raporlar satan istihbaratçıların, kendileri hakkında ne düşündüklerini Başbakan Erdoğan da, Cemaat de, işadamları da herhalde her zaman bu kadar net bir şekilde öğrenme imkânına kavuşamazlar.
“Bu yazışmaları yayımlamak gazetecilik kurallarına aykırıdır” diyene rastlamadım, bir gazete çıkartırken de gazetecilik kurallarından başka kurallara uymaya kalkmak yaptığın işe ihanettir bence.
Bunların yayımlanmasından dolayı bir haksızlığa uğradığını düşünen olursa, onların söylediklerini de bugün yaptığım gibi yazarım.
Stratfor sayesinde pek sık görüşemediğimiz dostlarımızla da karşılaşmış olduk böylece.
Sohbet de iyiydi doğrusu.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.