Yaşadığımız değişim hızlı ve köklü...
Devlet alanının sivilleşmesi, temel hak ve özgürlükler alanının genişlemesi, toplumun laiklikten dindarlığa, tarihten kimliğe pek çok konuda kendisiyle konuşmaya başlaması bu konuda da açık örnekler.
Ne var ki, iş, "siyaset"e gelince, normalleşme bize hala uzak.
"Siyasi alan", gerek siyasi partiler, aktörler ve medya gibi aracılar, gerek topluluklar ve tek tek insanlar düzeyinde "fiili ve sembolik şiddete bulanmış bir çatışma alanı" olarak karşımızda duruyor.
Şüphe yok, demokratik değerler düzeninde "siyasi alan" bundan farklı olmalıdır.
Böyle düzenlerde, siyaset alanının farklı kesim ve grupların buluştukları, konuştukları, ortak kural ve değerler ürettikleri, paylaşım esaslarını tanımladıkları, belli bir gerilim dozuyla rekabet de ettikleri bir yer olması beklenir.
Peki biz?
Siyaset algımız, "toplum-ilke-etkileşim" gibi unsurlar üzerine değil, "topluluk-fayda-çatışma" gibi ögeler üzerine kuruludur ve bu çerçevede siyaseti, her şeyden önce "çıkar elde etme" faaliyeti olarak algılarız
Bizim diyarımızda, kişiler, önce formel ya da enformel bir grubun, bir çevrenin parçası olurlar. Ve kişi için varoluşsal ilk hedef önce o grup içinde yer tutmak ve oradaki yaşam alanını genişletmektir.
İkinci hedef, birinciyle bağlantılı olarak, ait olduğu grubun ya da değer sisteminin yaşam ve fayda alanını diğerlerinin aleyhine genişletmesidir ki, bu aynı zamanda siyasetin asli tanımıdır, siyasete verilen asli anlamdır.
Ortak bir alan olarak siyaset ise bunları açık ara geriden takip eder...
Anlamı nedir bunun?
Şudur: Bu durumda, siyasi kültürde ilke yerini faydaya, kural yerini çıkara, etkileşim yerini çatışmaya bırakır. İlke ve kuralı, duruma ve çıkara göre yeniden ve biteviye tanımlayan bir zihniyet peydah olur. Hak, hukuk, demokrasi pek çok açıdan bu süzgece tabi kılınır, sıkça farklı ayrıcalık sistemleri ve onların yaptırım araçlarını temsil eder.
Son dönemde yaşadığımız tüm tartışmalar, polis, MİT, cemaat, eğitim, anayasa meselesi, yargı kurumu tartışmaları, aslında bu şemanın yakınından geçer...
Peki neden?
Muhtemelen hala (dini, laik, kültürel, etnik, ekonomik, vb) türlü toplulukların içinde yer aldıkları toplumdan daha önde, daha önemli, daha belirleyici oldukları bir düzene sahip olduğumuz için...
Bu "topluluklar yığını" hali gerçekten de yaşadığımız pek çok sorunla ilgilidir. Pek çok meselemizin temelinde bu yüzden "çatışmacı, parçalı, kültürel temelde ayrışmış, ortak değerleri kavga nesnesi kılan zihniyet dokusu" yatar.
Son örneği futbol konusunda yaşadık, yaşıyoruz.
Mesele futbol değil aslında... Zira iş futbol sahasını, kulüpleri, federasyonları aştı, sokağa taştı, dahası tek tek kentleri, insanları, zihinleri kuşattı...
Tarafgirlik, her düzeyde, öyle bir noktaya geldi ki, kendisine, kendi grubuna haksızlık yapıldığını düşünmeyen neredeyse yok.
Öyle bir noktaya gelindi ki, seyirci, yönetici, Fenerli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Trabzonlu, herkes, verilecek her kararın sadece kendisinin lehine ötekinin aleyhine olduğu zaman "doğru ve adil" olacağı kanısına takıldı kaldı.
Öyle bir noktaya geldik ki, kendisine haksızlık yapıldığını düşünenler, mağduriyet ve memnuniyetsizlik duygusundan hareketle, içinde bulundukları durumun faturasını bir dış faktöre, bir "öteki"ye, bir cemaate, bir siyasetçiye ya da kuruma fatura eder haldeler.
Bunun nedenleri arasında kötü yönetim var.
Kötü siyaset var.
MİT krizi, cemaat-polis ilişkisi gibi siyasi alanın diğer tartışma ve çatışmalarının zihinlere yansıması, bunun getirdiği koşullanma var...
Ama aynı zamanda ve hepsinden çok tüm bir futbol camiasını tüm aktörleriyle kuşatan ağır bir faydacılık var...
Nitekim son günlerin revaçta cemaat-fenerbahçe gerginliği tartışması, tüm bunların ortak zihinsel-siyasi bir "yansıması" olarak karşımıza çıkıyor. Kaygılar, tespitler bir alandan başka alana transfer ediliyor.
Yaşananları bir futbol hadisesinden ibaret sanmayalım.
Yaşananlar derin bir siyasi kültürün yüzeye yansımasından, futbol gibi kültürel ve ekonomik farklılıkları eşitleyebilen bir popüler araçla ve alanda ortaya çıkmasından ibarettir...
Aynı zamanda kimi cemaat, siyaset, emniyet gibi kimi aktörlerin duruşlarıyla ürettikleri bir algı biçimi olarak karşımızdadır...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.