Bir ülkenin en tepesinde oturan bir yönetici, düşünce tarzını, eğilimlerini, yargılarını, beğenilerini herkesin paylaşmak zorunda olmadığını unuttuğunda demokrasi başladığı gibi bitiyor. Başbakan Erdoğan, demokratik hak ihlalleri nedeniyle eleştirdiği Türkiye’ye gelmeyeceğini söylediği için ABD’li yazar Paul Auster’e fena halde kızarak “Cahil adam, gelsen ne olur, gelmesen ne olur “demiş.
İnsanlar kibirli de olabilir; olmamalı ama oluyor, hiç kimse dümdüz değil, sütten çıkmış ak kaşık misali ak değil. Kibir şu veya bu ölçüde hepimizde vardır, öyle kolay değil kibirli olmamak. Kendinizi bir eleştiri karşısında kırılmış, gururu incinmiş hissediyorsanız hemen orada kibir kendini tersten gösteriyor demektir. Kibrinizi bastırabilir veya bastıramaz dışa vurursunuz.
Ama iktidar sahibi olup, devletin tepesine oturmuşsanız kibirli olup olmamanız yalnız sizin sorununuz olamaz. Çünkü iktidar kibri demokrasiyle bağdaşmaz. Bir başbakan yalnızca kendine oy verenlerin başbakanı değildir, bir ülkenin başbakanıdır. O ülkede kendi gibi düşünmeyenlerin de olduğunu unutmamak zorundadır. Elbette biliyorum, bir siyasi partinin görüşleri, programı, çizgisini savunarak oraya gelmiştir, kendisinden renksiz olmasını beklemek yanlıştır. Muhafazakârsa kuşku yok bunu ifade edecektir ve bu onun meşru bir hakkıdır, icraatları da o yönde olacaktır. Ama burada kırılgan ince bir ayrım da var.
Kendisi gibi düşünmeyen, kendi partisinin görüşlerinden farklı görüşte olan ve hatta kendi partisinden olmadığı halde ona oy veren insanları hesaba katmak zorundadır bir başbakan.
Söylemi bu dikkati yansıtmalıdır.
Başbakan’ın ABD’li yazar Auster’e “cahil adam” deyişi bu ülkenin bir yurttaşı olarak beni ciddi anlamda rahatsız etti. Bu laf en azından beni temsil etmiyor. Başbakan’ın Türkiye hakkında, hepimiz hakkında böyle bir kötü imaj yaratmaya hakkı yok. Başbakan olması her aklına geleni söyleme hakkı vermez. Bizler söyleriz, gerekirse faturasını da öder yargılanırız ama o söyleyemez.
“Cahil adam” sözünün dışarıda çok yankılanacağına hiç kuşku yok. Bu yankının hiç de hayırlı olmayacağını bir başbakan düşünemiyorsa soğukkanlılığını yitiriyor demektir. Acaba soğukkanlılığın yitirilmesinin nedeni, son zamanlarda dışarıdan gelen eleştirilerin yoğunlaşması olmasın? Zira Türkiye’nin demokrasi karnesindeki kırıkları hızla artıyor.
34 vatandaşının kendi emrindeki ordu tarafından nasıl öldürülmüş olduğunu açıklayamamış bir hükümetin başbakanının bir yazara karşı böylesine kaba bir üslup kullanmasına “özrü kabahatinden büyük” derler. Şu anda hepimiz, bütün Türkiye Uludere konusunda cahiliz, ne olduğunu, niye olduğunu bilmiyoruz. Başbakan önce bizleri cehaletten kurtarsın.
Yazar Auster’i başka sözlerle eleştirebilir, cezaevlerinde gazeteci olmadığına bu kadar eminse yazarı görmesi için davet edebilirdi Başbakan. Tersini yapması hırçınlaşması, aksine yazarın iddialarını doğrulayıcıdır. Yarası olmayan gocunmaz demezler mi?
Yine bildik gerekçeler. “Cezaevlerinde fikir suçluları yok onlar komünisttir” gerekçeleriyle hayatımız geçti, şimdi de “gazeteci yok onlar terörist” deniyor. Üstelik mesele yalnızca cezaevlerinde olma meselesi de değil, haklarında dava açılan fikir insanlarının varlığı söz konusu. Daha geçenlerde Başbakan, Ahmet Altan’a, Perihan Mağden’e hakaret davası açmadı mı? Fikir, ifade ve basın özgürlüğünün çiğneniyor olmasının göstergesi yalnızca mahkûmiyetler de değildir. Görünür görünmez baskıların insanları rahat düşünemez yazamaz hale getirmesidir asıl sorun. Gerisi sonuçtur. Ayrıca henüz yargılama bitip ceza almamış insanları terörist ilân etmek masumiyet karinesini ihlaldir.
“İnsan aklı nisyanla malul”
Özellikle bizim ülkemiz için ne kadar da doğru. Bizde 12 Eylül sopası yiyenler bile kolayca askeri vesayet yanlısı oluverirler. Bir şiir okudu diye kendi hakkında dava açıldığını ne çabuk da unutuveriyor Başbakan Erdoğan. İslamî duyarlılıklı yazarların bir zamanlar en hafifiyle dini siyasete alet etme, şeriat düzeni getirme gerekçeleriyle suçlanıp yargılandıklarını, ceza yediklerini, hapis yattıklarını Başbakan ne de çabuk unutmuş!
AK Parti için Anayasa Mahkemesi’nde açılan davanın Yargıtay Başsavcısı tarafından hazırlanan iddianamesinin gerekçelerinin basına verilen demeçler, çıkan yazılar, makaleler, tv konuşmaları olduğunu, bunlara dayanarak bu partinin “irtica odağı” olarak gösterildiğini yani ifade ve basın özgürlüğünün çiğnenmesi pahasına suç delili yaratıldığını ne çabuk da unutuvermiş!
İfade ve basın özgürlüğünün çiğnenmesine tepkiler artıyorsa, bunun bir iktidar için alarm zili olduğunu bizim siyasi tarihimiz yeterince kanıtlıyor. Bizden söylemesi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.