Ekonomide temel sorunun ne olduğunun herkes farkında… Özel tasarruflar Milli Gelirin yüzde onuna inmiş durumda ve bunun sanayi yatırımına giden kısmı da yetersiz. Yani 2016’da büyüme oranı yüzde 3’te kalacak ve temel bir itki sağlanmazsa önümüzdeki yıllarda tatminkar bir şekilde artmayacak. Hükümetin 2017 ve sonrası için iyimser öngörülerinin gerçekleşme ihtimali çok zayıf. Sonuçta dış ticaret ve cari işlemlerde belirli bir denge tutturulmasına karşın, hem kamu harcamalarının toplamdaki ağırlığı artıyor hem de büyüme ancak tüketim üzerinden gerçekleşiyor.
Bu durum hükümeti haklı olarak endişelendirirken, çözüm kamunun mega projelerinde aranıyor. Ne yazık ki son köprü örneğinin gösterdiği üzere, o alanda da çok rasyonel kararlar alınamıyor, işler pahalıya çıkıyor ve maliyet toplumun sırtına yükleniyor. Öte yandan özel yatırımlar daha da kısılıyor ve böylece bir kısır döngüye sıkışıp kalıyoruz.
***
Mesele sadece ekonomik de değil… Son dört yıl içinde işsizlik yüzde 8’den 11’e çıkmış durumda ve aynı seviyede kalması için bile her yıl 700 bin yeni istihdam yaratmak gerekiyor. Diğer bir deyişle sosyal ihtiyaçları sabitlemek için bile yüzde 5 büyümeye ulaşmak şart. Kamu istihdamı bir alternatif gibi gözükebilir ama bu da kaynakları devlete doğru çektiği ölçüde hem devleti şişirip etkinlikten uzaklaştırıyor hem de özel sektörü daha da fazla sıkıştırıyor. Bu tablonun faizlerin aşağı çekilmesiyle düzeleceğini ummak ise bir ham hayal… Çünkü bir yandan tüketime dayalı büyüme nedeniyle enflasyonu indirmek mümkün değil. Diğer yandan reformlar yapılmadığı için reel faizler de yüksek seyretmekte. Bu durumda faizlerin aşağı yönde zorlanması sadece döviz kurlarını artırıyor ki bu da yatırımların daha da zorlaşması demek…
Asaf Savaş Akat geçenlerde yaptığı bir sunumda tüm bunları özetleyen bir noktaya işaret etti: 2011’den bu yana ABD’ye göre büyümüyoruz! Eğer dünyanın ekonomik dengelerinin merkezinde yer alan ABD’yi büyümede geçemiyorsak, bir şeyleri doğru yapmıyoruz demektir.
Sohbet sırasında Akat ilginç bir ‘denklemi’ de gündeme getirdi. Bir ülkenin hukuk yapısı, ücretler ve büyüme arasında (küresel koşulları göz ardı etmeme kaydıyla) bir ‘uyum’ olduğu söylenebilir. Öyle ki veri bir hukuk ve ücretler yapısının belirli bir büyüme oranına karşılık geldiğini varsayabiliriz. Bunun ima ettiği gerçek ise şu: Eğer büyüme oranını artırmak istiyorsanız ya hukuk yapınızı iyileştirmeniz, ya ücretleri düşürmeniz, ya da her ikisini birlikte yapmanız gerekir. Önermenin arka planındaki mantık büyüme için sermayeyi cezbetme gerekliliğine işaret ediyor ve nitekim Türkiye’nin meselesi de bu.
***
Şimdi soralım… Ücretleri aşağı çekmek mümkün mü? Pek değil, çünkü orta ve alt sınıfın gelirlerini azaltacak ve bunun bedeli muhtemelen seçimlerde ödenmek zorunda kalınacak. Peki, hukuk yapısını iyileştirmek mümkün mü? Eğer yerleşik iş üretme, dağıtma ve denetleme mekanizmalarını veri alıp koruyacak, bundan beslenen kadrolarla yola devam edeceksek, bu da pek gerçekçi gözükmüyor. O halde şu anki büyüme oranına razı ve birkaç yıl içinde kendimizi kronik bir kriz ortamında bulmaya da hazır olalım.
Ama iktidar söz konusu gizli veya açık rant yaratma kapasitesi üzerinde oluşan şu anki kamusal yapılanmayı değiştirerek, hukuk devleti normlarına uygun bir düzen inşa etmeyi de tercih edebilir. O zaman büyük ihtimal yüksek büyüme oranlarına çıkabildiği gibi, ülkeyi yönetme kapasitesini de yeniden kazanır. Hem böylece tehdit üretme ihtiyacı da ortadan kalkar…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.