Erdoğan’ın peşine düştüğü milli ve yerli hattın destekçisi yazı erbabının bugünlerde yazdıklarını okuyan biri rahatlıkla NATO üyesi, ABD müttefiki bir ülkenin iktidar partisinin münevverlerini değil de, devrim-sonrası İran münevverlerini ya da herhangi bir üçüncü dünya ülkesinin dünya sisteminin dışına çıkmayı öneren ‘millici’ münevverlerini okuduğu zannına kapılabilir. İslamcısı, İslamcı-olmayanı, bu neviden pek çok kanaat erbabı nazarında ABD, Türkiye’nin müttefiki olmak şöyle dursun, memleketin çökertilmesinin, bölünmesinin peşinde, askeri, siyasi, iktisadi her türlü desisenin tezgahçısı bir şer örgütleyicisi, bir ‘Büyük Şeytan’. Memleketi yönetenler üzerinde tesirli oldukları farz edilmesi gereken bu eşhasa kalırsa ABD bölgede yeni bir Sykes-Picot’un, daha vahimi yeni bir Sevr’in peşinde.
ABD’nin yeni bir Sevr’in peşinde olduğunu sanmıyorum, ‘Büyük Şeytan’ ünvanını hak ediyor mu, onu da bilmiyorum, ama bildiğim, emin olduğum bir şey var: ABD, her neyse, dünden bugüne olmuş değil, aşağı yukarı elli, altmış senedir öyle. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasından beridir başta kendisinin olmak üzere Atlantik Paktı’nın nemalandığı bir devletlerarası ilişkiler düzenini istikrarsızlaştırmaktan, işgale her türden askeri, siyasi, ekonomik enstrümanı kullanarak sürdürmenin oyun kurucusu. ABD’nin ‘aslında ne olduğunu’ bilmek için Musaddık İranı’nı, Küba’yı, Vietnam’ı, Şili’yi, Afganistan ve Irak’ı hatırlamak kafi.
Bildiğim bir başka şey de şu: İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden altmış sene boyunca ABD her neyse o olmayı sürdürürken Türkiye hep iyi ve sadık müttefiklerinden biri oldu. Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002’den sonra da. Malum, ABD, bugün her neyse o olarak Irak’ı işgal etmeye giriştiğinde, kuzey cephesini Türkiye’den açma fikrinin memleketteki en büyük heveslisi Ak Parti’ydi ve bunun için ABD’yle çetin pazarlıklar yapmıştı. Yine malum, kuzey cephesi açılamadı, lakin bu ‘nahoş hadise’ ABD’yle Ak Parti’nin iktidar olduğu Türkiye arasındaki ilişkileri bozmak şöyle dursun, aksine kuvvetlendirdi. Öyle ki, meşum darbe günlüklerinin de gösterdiği üzere, Sarıkız ve Ayışığı gibi darbe teşebbüslerinin peşine düşenler, ABD’nin desteğini alamayacaklarından emin oldukları için teşebbüslerinden vaz geçtiler. Dahası var: 2007 sonrasında TSK’nın bürokrasideki Gülen şebekesi eliyle etkisizleştirilmesinin perde arkasında da muhtemelen 2003 Irak işgalinde kuzey cephesinin açılamamasını siyasi sorumluluğunu TSK’ya yükleyen ABD vardı. Hülasa, ABD bugün her neyse o olarak, en az on sene boyunca Ak Parti tarafından çekip çevrilen Türkiye’nin büyük müttefiki oldu. Ta ki Arap baharına kadar. ABD, dün neyse o olarak “bir bakalım, ılımlı Müslümanlar, İhvan, Ak Parti ne yapacak” diyerek bir süre kıyısından seyrettiği Arap Baharı’nın herkesçe bilinen seyrinden panikleyip İhvan çizgisinin önünü açmaktan vazgeçip, Türkiye’nin bölgesel liderlik hayallerine son verince, on sene süren ABD Ak Parti baharı da sona erdi. Hülasa, bütün bu hikayeden benin anladığım, bildiğim şu: ABD, her neyse o olarak Ak Parti’yle iyi ve kötü oldu.
Bu işlere dair ikinci bildiğim de şu: Türkiye’nin ABD ve NATO’yla bunca sıkı müttefik olmasının mahsus bir tarihsel bağlamı var ve bu bağlam bugün olmadığı için NATO’yla Türkiye arasındaki muhabbetin yeniden tanımlanması kaçınılmaz. Malum, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından SSCB tehdidini tepesinde bulduğu için bu kadar hevesli bir NATO mensubu olmuştu. Bu tarihsel durum 1990’larla birlikte tasfiye olmuş olduğuna göre, bu tarihsel duruma göre şekillenmiş bulunan Türkiye’nin ‘dünyaya, Ortadoğu’ya ABD ve NATO gözlüğüyle bakma’ hallerinin değişmesi işin tabiatı gereği. Türkiye - ABD/NATO ilişkileri bir biçimde yeniden tanımlanacak; ikinci bildiğim bu.
Bildiğim üçüncü bir şey daha var: Türkiye’nin ABD ve NATO’yla ilişkilerini yeniden tanımlamanın, Türkiye’nin yeni durumuna uygun gözlüklerle dünyaya ve Ortadoğu’ya bakabilmesini sağlamanın Türkiye’yi zora sokmayacak bir yolunu bulmak gerekiyor ve o yol, Ak Parti’ye yakın kanaat erbabının önerdiği yol değil. Ak Parti ve destekçisi münevverler, çok değil bir iki sene önce, Ortadoğu’ya buralarda İran ve Rusya yokmuş gibi bakarken, şimdi de ABD yokmuş, hiç olmayacakmış gibi bakmaya koyulmuş görünüyor. Oysa, Ortadoğu’nun Rusya, Türkiye ve İran arasındaki bir uzlaşmayla ve “ver İslamcıları, al Kürdleri” denklemiyle yeniden şekillenmesine ABD’nin ve NATO’nun seyirci kalmayacağını bilmek için alim olmak gerekmiyor. Hülasa, Türkiye’yi zora sokmayacak yeni bir bakış için ABD’nin şu ya da bu biçimde hesaba katılması gerekiyor. Ancak, Türkiye’nin dünyaya ve Ortadoğu’ya yeni ve fakat Türkiye’yi de zora sokmayacak bir biçimde bakabilmesini sağlamak için bu da yeterli değil. Yapılması gereken daha temel bir şey var: Türkiye, dünyaya ve Ortadoğu’ya her nasıl bakacaksa bu bakışın Türkiye’nin içindeki farklı bakışları telif eden bir bakış olması gerekiyor. Oysa, malum Ak Parti münevverlerinin milli ve yerli diyerek bugünlerde önerdiği bakış, başta Kürdler ve Aleviler olmak üzere Türkiye’nin epey bir kesiminin bakışını hiçe sayan eksik, çarpık bir bakış. Ortadoğu’da ABD yokmuş gibi yapmak gibi, Türkiye’de Kürdler, Aleviler ve sekülerler yokmuş gibi yapmak da Türkiye’nin dünyaya ve Ortadoğu’ya muhtemel yeni bakışının kendi başına bela açma ihtimalini büyütüyor.
Hülasa, kimi kalem erbabınca ‘Büyük Şeytan’ olarak görülmeye başlayan ABD dünden bugüne değişmiş değil ve fakat her ne olursa olsun, ABD’yle, NATO’yla Türkiye arasındaki muhabbetin yeniden tanımlanması gerekiyor, bu doğru. Lakin, bu yeniden tanımlamanın Türkiye’nin başını ağrıtmayacak bir yolla ve Türkiye’den birilerini yabancılaştırmayacak bir biçimde yapılması gerekiyor. (IMPNews)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.