Mevsimler, öyle sessiz gemiler gibi penceremin önünden geçip gidiyor.
Aldırmaz bir şaşkınlıkla söylenmiş küçük cümlelerle dokunabiliyorum kendince akan zamana.
“A, yaz bitmiş,” “hava sertleşiyor,” “köşedeki kestaneciyi gördünüz mü?”
Böyle küçük cümleciklerin içine sığdığı kısacık anlarda bir anlamsızlık rüzgârı da zihnime değiveriyor, “niye bütün bunlar” sorusuyla birlikte.
Bir “beyhudelik” duygusu var bu soruda.
Ama bu, bir sonuç alamamanın yarattığı “beyhude bunlar” duygusu değil, tam tersine, artık bitmiş, sonuna gelmiş, önlenemez bir değişimin ne olursa olsun süreceğini sezmenin getirdiği bir duygu.
Hiçbir şey yapmasak, hiçbir şey yazmasak da Türkiye bu büyük değişimini devam ettirecek.
Bundan sonrası artık bir “zaman” meselesi.
Zihniyet dünyasını kireç kuyuları gibi dondurmuş klişeleri tekrar etmenin “düşünce” olarak kabul edilebildiği bu ülkede nasıl olsa yakında hayatın gerçekleri “o donmuş kireç kuyularını” parçalayacak.
Türkiye yepyeni bir hedefe doğru eski alışkanlıklarının içinde huysuzlanarak gidiyor.
Belki de bu dönemin en eğlenceli yanı, “kaçınılmaz” bir değişimle, insanların değiştirmemekte ısrar ettikleri alışkanlıklarının birbirine çarpıp duran çelişkilerini izlemek.
Başbakan, içerde ve dışarıda büyük açılımlar yapıyor, değişimi en iyi algılayan politikacı olduğunu hem Türkiye’ye hem dünyaya gösteriyor.
Ama değişmek yorucu.
Bu değişimci siyasetçi, bir bakıyorsunuz uzun sürmüş bir balodan eve dönmüş bir adam gibi esvaplarını çıkartıp “alıştığı” eski elbiselerini sırtına geçiriyor.
Genelkurmay, siyasete müdahale edebilmek için art arda yaptığı hatalarla sürekli mevzi kaybediyor, siyasetin dışına, kendi doğal yerine doğru itiliyor.
Bu arada, eski alışkanlıkların getirdiği pervasızlıkla hazırladığı darbe belgeleri ortaya çıkıyor.
Bu belgeler, ordunun durduğu noktanın yanlışlığını da gösteriyor.
O “açılımcı ve değişimci” başbakanın bu aşamada güçlü bir hamle yapması, bir başbakanın üstüne düşeni yerine getirmesi beklenirken, başbakan eski alışkanlıkların içine kayıyor.
Genelkurmay başkanıyla bir görüşme yapıyor ve susuyor.
Başbakanın durabileceği ya da susabileceği bir yerde değiliz.
Ordu başbakana bağlı.
Ordunun içinde darbe hazırlıkları yapılmış, yasa çiğnenmiş, başbakan bu meselenin hallini genelkurmay başkanına bırakamaz.
Darbe hazırlığı, yasal bir suç olduğu kadar “idari” bir suç.
Sorumluların, en azından yasal soruşturma süresince açığa alınmaları, delilleri karartmalarının önlenmesi gerekiyor.
Bu, başbakan için bir tercih değil, bir sorumluluk.
Ona bağlı bir kuruluşta suç işleniyorsa ve başbakan buna idari olarak müdahale etmiyorsa görevini yerine getirmiyor demektir.
Bugün genelkurmay başkanı “yaralı” bir durumda, suçüstü yakalanmış bir kurumu yönetiyor, ya suça bulaşmış ya görevini iyi yerine getirememiş, bir anlamda başbakan için iyi bir “av”, onu o yaralı halinde yakalayıp “esir” alabilir başbakan.
Bu davranış, “siyasi” açıdan çok akıllıca gözükebilir ama hukuki açıdan doğru bir davranış olmaz.
Ciddi devletlerde başbakanlar, genelkurmay başkanlarını “esir” almazlar çünkü.
Bugün, ordu yönetimine, yakalanan darbe hazırlığının hesabı sorulmazsa, bundan sonraki açılımlarda generaller başbakana zorluk çıkartamazlar belki ama böyle yapıldığında bu devletin çarpık yapısı aynen sürmüş olur.
Halbuki düzeltilmesi gereken bir yanlışlık var bu yapıda.
Bilmiyorum, genelkurmay eski alışkanlığını artık sürdüremeyeceğini neden anlamıyor, o “ihbar” mektubunu okuduğumda ben bile görebiliyorum “uyarıları”, eğer ordu yönetimi bugünkü yapıyı sürdürmek için direnirse belli ki yeni ve daha da zorlayıcı belgeler çıkacak ortaya.
Sonunda herkes hukuka uymak zorunda kalır ama o zamana kadar epeyce saçmalıklar yaşanır.
Buna gerek var mı?
Bir yandan dünyadaki ve Türkiye’deki değişimi en iyi anlayıp cesur adımlar atarken, bir yandan da eski alışkanlıklarla siyasi kurnazlıkları sürdürmenin yaratacağı çelişkiler başbakan da dahil herkesi hırpalar.
Türkiye çok önemli bir ülke haline geliyor, Müslüman ve Hıristiyan dünya arasındaki gerilimin en sancılı düğümü olan Ortadoğu’da “barışı” sağlayacak, bu sancıyı geçirecek olan tek ülke Türkiye çünkü.
Bu kadar büyük ve tarihî bir rolü, eski usul alışkanlıklarla, kurnazlıklarla, çarpıklıklarla götüremez.
Burada devlet bir düzene girecek, iç barış sağlanacak, Türklerle Kürtler eşit olacak, halkın iradesi tek ölçü haline gelecek, kimsenin dinine, fikrine karışılmayacak.
Birileri bunu söylese de söylemese de böyle olacak bu.
Bu yazı ne kadar beyhudeyse, bu değişime direnmek de o kadar beyhude.
Dışarıda asabi bir yağmur yağıyor.
Gene sonbahar gelmiş.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.