1334 yıl önce bugün, Muharrem ayının 10. günündehafızalarımıza, yüreklerimize, varlığımıza Kerbela olarak kazınan tarihin gördüğü göreceği en büyük vahşetlerden, alçaklıklardan biri yaşandı. İmam Hüseyin ve ailesi, yoldaşları, Yezid’in orduları tarafından kuşatıldıkları Kerbela’da hunharca katledildi. İmam Hüseyin’in kellesi kesilmiş bedeni üzerinde tepiştiler. Kellesiyle top gibi oynadılar ve bir mızrağın ucuna takıp teşhir ettiler. O andan itibaren Kerbela Zeynep’in ve geride kalanların şahsında zulme biat etmeyen bir direniş mirası oldu. Yası tutuldu. Kutlu olayların atfedildiği, bayram havasında karşılanan Muharrem ayı ve Muharrem’in 10. günü, Aleviler ve Ehl-i Beyt’e gönül verenler için dinmeyen bir acı ve yas oldu.
Ve bu yas, sadece İmam Hüseyin şahsında Kerbela’ya ağıt yakmak için değildir; en geniş manasında hak için, adalet için, iyilik ve doğruluk değerleri için o gün bugündür yinelenen bir kavilleşmedir...
Alevilerin yasının bu yönünü anlamayanlar, onların neden ve nasıl mağdur, mazlum ve aynı zamanda Emevi İslamı’nın bir türlü boyun eğdiremediği bir dirence sahip olduklarına da akıl sır erdiremiyorlar.
Alevilerin 1334 yıl önce yaşanmış bir olayı hâlâ yaşıyor ve yaşatıyor olmalarına da anlam veremeyenler var. Bunlar oldukça “çeşitli” çevrelerden ses veriyorlar. Kimisi “mesele Hz. Ali’yi sevmekse...” diyor, “Kerbela tabii ki üzücü bir olaydır” diyor ve Alevilerin inançlarına, varlıklarına yer etmiş bu kırılmanın anlamını kavramakta ne denli isteksiz ve ciddiyetsiz olduklarını ortaya koymuş oluyorlar. Ve kimisi de başka siyasi kaygılarla “neden Dersim 38’in yasını tutmuyorlar, o daha yakın bir tarih olduğu hâlde” diyor aynı anlayışsızlıkla.
Kerbela’nın Alevilerin hafızasında hâlâ yaşıyor olmasının nedenini gerçekten anlamak isteyenler hiç değilse zahmet olmayacaksa onların bu coğrafyadaki acılı tarihlerine dönüp bakmalıdırlar. Bu tarihin onlara göstereceği gerçek, Kerbela’nın bu tarihin yaşayan ruhu olduğudur. Kuyucu Murat Paşalardan, Yavuz Sultan Selimlerden, Alevilerin katline ferman veren padişahlar ve onların uşağı şeyhülislamlardan, Koçgiri’ye, Dersim’e, Maraş’a, Sivas’a uzanan bir tarihtir bu. Ve bu tarihin her kanlı sayfası, Kerbela’dır. Kerbela bir unutulmayan, unutturulmayandır. Kerbela, haksızlığın, adaletsizliğin, zulmün, kötülüğün özetlenmiş gerçeğidir.
Aleviler Kerbela’yı bugün Ortadoğu’da Filistinlilerin, Kürtlerin, Türkmenlerin, Süryanilerin, Êzidilerin, Keldanilerin, Ermenilerin ve Alevilerin yaşadıkları zulümde görmektedirler. Gezi’de katledilen Alevi çocuklarında görmektedirler, Soma’da, Ermenek’te iş cinayetlerinde görmektedirler. Dünyanın uçurumlaşan zenginler ve yoksullar çelişkisinde görmektedirler.
Aleviler 12 İmam orucundan sonra kaynattıkları aşureyi, ölümünde başucunda Kuran okunmayan, cenaze namazı kılınmayan, cesedine dahi işkenceler edilen İmam Hüseyin’in “ölüm yemeği” olarak yapar dağıtırlar. Aşurenin Kerbela şehitlerinin erzaklarından kalıntılarla yaptıkları son yemekleri olduğuna inanırlar. Niyetim Sünni inananları rahatsız etmek değil, ama düşündürmek: Alevilerin aşuresinin Muharrem’in 10. günü Nuh’un “selamet çorbası” hatırına yapılan aşure ile hiçbir ilgisi yoktur...
Kerbela yas değildir sadece. Bir anlamak ve iyilik ile kötülük arasındaki bitmeyen savaşta iyilikten yana saf tutmak için verilen sözdür. Yezid’e lanet ederken Hüseyin’in direnişinde ayaklanan umuttur. Ahlaki bir duruştur. Ve en dar zamanda dahi seçmek iradesine sahip olmaya dairdir
Hüseyin idi zulmün yenilmez gibi görünen gücüne biat etmiş uğursuzların önünde onlara “düşünün” diye haykıran, “ben neden buradayım”?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.