Türkiye toptan yangın yerine dönmezden evvel, teşbihsiz orman yangını haberleri düşüyordu gündeme üst üste. Son birkaç haftaya bakalım. Önce Cudi yandı, derken Akkuyu’dan yangın haberi geldi. Arada Adıyaman’a operasyon hazırlığı yapılıyordu, Suruç’taki canlı bomba saldırısı o gün gerçekleşti. Sonra Lice alevler içinde kaldı, Cudi tekrar yandı ve Kulp... Yaz ayları istatistiki açıdan yangın yüzdesini artırıyor. Diğer yandan çatışma sürecine dönüşün hatırlattığı, devletin adı konmuş, konmamış olağanüstü hal uygulamaları arasında bir savaş taktiği, güvenlik politikası olarak orman yakmak, ekolojik tahribat da var.
Ekoloji hareketinden gelen, çevre mühendisi, akademisyen Beyza Üstün, HDP İstanbul milletvekillerinden. “Cudi’deki orman yangınına kayıtsız mı kalacaksınız?” diyen eylem planladıkları sırada Suruç’taki patlamanın haberini almış.
“Uyduruk birkaç iş makinesiyle itfaiye gönderdiler, koca bir dağın yanmasına seyirci kaldılar” diyor, “Vekil arkadaşlarımız, yangınlara müdahale etmeyen helikopterlerin Lice’de, Kulp’ta yukarıdan gelişigüzel ateş ettiklerine tanıklık etmişler. Bu iki orman yangınını da kalekolların yakınlarında, farklı noktalardan eşzamanlı çıktığını gören partili arkadaşlarımız, halktan insanlar var. Bu tanıklıklar kıymetli, o kadar büyük alanların bu kadar çabuk yanması da mümkün değil, yine de kasıtlı çıkarıldı kısmını bir yana bırakalım. İnatla müdahale etmemek, telefonlara çıkmamak zaten yanmasına göz yummak demektir. O yüzden ormanlar ‘yakıldı’ fiilini kullanmakta sakınca yok. Askeri hareketliliğin yapısı da hazırlanıyor olabilir, buna da bakmak lazım. Batı’da yanan ormanlarla Doğu’da yanan ormanların anlamı farklı. Sermayenin projelerine yer açmak dışında, buradaki anlamı köyleri kontrol altında tutmak, görüş mesafesi açmak.”
Çevreciler neden sessiz?
Bir de Doğu’daki yangınlara “çevrecilerin sessizliği” meselesi var. Hâlâ önyargılar olsa da görünür bir dayanışma gayreti de mevcut. Cudi yanmaya başladığında birçok yerel mücadele inisiyatifi toplu destek beyan etti. Ama söz Greenpeace, TEMA, Doğal Hayatı Koruma Vakfı gibi daha “büyük” sivil toplum örgütlerine geldiğinde bu sessizliği başka yorumluyor Üstün: “Bildik anaakım STK’ler zaten yaşam alanlarını antikapitalist perspektifle korumayanlardır. Her birinin ayrı kaygıları var.
Örneğin Greenpeace orada olamaz çünkü termik ya da nükleer üzerinden mücadeleyi büyütürken sermayenin diğer alanlarına itirazı yoktur. Zaten bu gibi yapılar kapitalist sistemin entegrasyonu içinde vardır. Kürtler böyle bakmadıkları için ‘çevreci’ deyince akla ilk gelen o örgütleri anıp şikâyet ediyor olabilirler. Bence onlar da tanıyacak. Karadeniz halkı bunu yaşayarak anladı örneğin.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.