Batı Çalışma Grubu’nun ismi niye “Batı” Çalışma Grubu’ydu?
Hatırlarsınız, BÇG 28 Şubat döneminde Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in emriyle “irticaî faaliyetlere” göz kulak olmak, bunları engellemek amacıyla kurulmuştu.
BÇG, bütün askerî birimlere gönderdiği bir belgeyle, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığını vurgulamış, camilerin gözetim altına alınmasını emretmiş, askerî personelin camilere giderek laiklik karşıtı fiil ve sözleri garnizon komutanlıklarına bildirmesini istemişti. İkinci bir belgeyle, her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur’an kursları, imam-hatip okulları ve bu kurumlara gidip gelenlerin sayısının ve kimliklerinin tesbit edilmesini istemişti. Bugün biliyoruz ki, yaklaşık altı milyon kişi fişlenmişti.
Niye “Batı” Çalışma Grubu? Cami, öğrenci yurdu, özel okul, dernek, vakıf, Kur’an kursu, imam-hatip okulu sadece Batı’da mı vardır? İrticaî faaliyet sadece Batı’da mı yapılır? Ege halkı özellikle irticaî midir?
Batı Çalışma Grubu’nu tasarladığı zaman, Çevik Bir “İrtica/ Şeriat/ Örümcek Kafalılar Çalışma Grubu” adının hoş karşılanmayacağını düşünmüş olsa gerek, haklı olarak. Gruba ne isim takmak gerektiğini uzun uzun düşünmüştür.
Asker kafası şöyle çalışır: “Doğu Sorunu” olmayan şey ne olabilir? “Batı Sorunu” olur elbet!
O zaman bu grubun adı da Batı Çalışma Grubu olmalıydı.
Devletin Doğu ve Batı Sorunları
Org. Çevik Bir aynı zamanda Millî Güvenlik Kurulu’nun üyesi olduğu için, Türkiye’nin millî güvenliğini tehdit eden tehlikeleri iyi bilirdi.
Bu tehlikeler iki tanedir. Her zaman iki tane olmuştur.
“Her zaman” derken, “Cumhuriyet kurulduğundan beri” demek istiyorum. MGK her zaman var olmuştur: 1933-1949 yılları arasında Yüksek Müdafaa Meclisi Umumî Kâtipliği, 1949-1962 yılları arasında Millî Savunma Yüksek Kurulu, 1962’den günümüze kadar Millî Güvenlik Kurulu olarak.
İki tehlikeden biri (ve hemen hemen her zaman birincisi) her zaman “Doğu Sorunu” olmuştur. İkincisi ise, “Örümcek Kafalılar Sorunu”. Yani “Batı Sorunu”.
Bunlar niye sorundur? Çünkü MGK, bizzat kendi internet sitesinde millî güvenliği şöyle tanımlar:
“Millî güvenlik, yalnız halkın değil, devletin ve anayasal düzenin devamını da sağlayan hukukî, siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel yönleri bulunan;
Zaman ve yer açısından uzun süreli, devamlı, içten ve dıştan tehlike ve eylemleri içeren;
Belirli bir bölgeyi ilgilendiren faaliyetlerden ziyade devletin tüm varlığını ve ülkesini ilgilendiren.. ve yerleşik düzeni bozan veya ortadan kaldıran nitelikteki hareketleri kapsayan bir olgudur.”
Millî güvenlik, devletin güvenliği anlamına gelir. Halkın, milletin, vatandaşın filan değil. Devletin.
Ve bu devlet 1923’ten beri kendi güvenliğine karşı iki büyük tehlike algılamıştır. Doğu, yani Kürtler. Batı, yani dindarlar.
Yani herkes.
Devletin kâbusu artık gerçek
Şimdi, bir yanda dindar insanların siyaset sahnesine nihayet çıkışını temsil eden AK Parti, bir yanda Kürt hareketi, birlikte ülkenin gündemini ve geleceğini belirliyor.
Kemalist devletin resmî ideolojisi paramparça.
Devletin tüm korktukları başına geldi.
Doğu ve Batı sorunları, 90 yıllık beton gibi kaskatı devletin tüm sarsılmazlığını tuz buz etti.
Ve ederken, Doğu ve Batı, Kürtler ve dindarlar, kendileri de değişti.
CHP’nin yaptığı gibi binanın önüne asılı dev Türk bayrağının arkasına saklanıp sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak mümkün değil artık.
Bütün bunlar, başka bir Türkiye’nin garantisi değil.
Ama yeni ve daha güzel bir Türkiye artık mümkün.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.