12 Eylül askeri darbesinden 34 yıl sonra darbe liderlerinden Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Bu, Türkiye’de bir kesim tarafından tarihi bir karar, tarihi askeri darbelerle karartılmış Türkiye için bir dönüm noktası olarak nitelendirildi.
İlk görünüşte bu önemli oranda böyle. Gerçekten de 12 Eylül davası, Türkiye’de gerçekleştirilmiş askeri darbeden dolayı açılmış bir ilk ve darbe yapmak suçundan verilen ilk ceza. Sembolik düzeyde de kalsa verilen bu karar önemli.
Öte yandan Türkiye’nin bu noktaya kolay gelmediğini yaşayarak bilenlerdenim. Nice zorlu süreçler aşılarak bu aşamaya gelindi.
2010 yılında yapılan referanduma HAK-PAR olarak aktif bir destek sunarak 12 Eylül davasına giden sürece katkıda bulunduk. Hükümetin bugün sergilediği kimi zikzaklara rağmen, referandumun kabul edilmesi 12 Eylül anayasasında önemli bir gedik açtı.
13 Eylül 2010 tarihinde (referandumun kabul edilmesinden bir gün sonra) HAK-PAR Genel Başkanı sıfatı ile arkadaşlarım ile birlikte Diyarbakır Adliyesi’ne giderek başta 12 Eylül darbesinin liderleri olmak üzere, dönemin askeri ve siyasi sorumluları; Milli Güvenlik Konseyi ile Danışma Meclisi üyeleri, dönemin sıkıyönetim komutanlıkları, Diyarbakır Cezaevi’nde gerçekleştirilen işkence ve insanlık dışı uygulamaların sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunduk.
04 Nisan 2012 tarihinde Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 12 Eylül darbesi hakkında açılan davanın ilk duruşmasına katılarak müdahil olma talebimizi dile getirdik.
Ancak davanın sembolik düzeyde kalacağı daha o günden belliydi. Mahkeme heyeti, sanıkları duruşma salonuna getirecek iradeyi bile göstermedi. Müdahil olma yönündeki taleplerimiz yoktan gerekçelerle kabul edilmedi. Türkiye’nin geleceğini karartan bir askeri darbeyi yargılama süreci yatalak iki generalin yargılanmasına indirgendi.
Oysa 12 Eylül’de yapılan, dar anlamda bir hükümeti devirmenin ötesinde etkileri olan bir darbeydi. 12 Eylül darbesi, Türkiye toplumunun doğal gelişme seyrini darp etti. Türkiye’nin yıllar yılı demokrasi yönündeki bütün kazanımları üzerinden silindir gibi geçti.
Türkiye, darbeci faşistlerin sürek avı alanına dönüştü. Darbe yönetimi toplumu istediği kalıba sokmak için eşi benzeri görülmemiş vahşilikte baskı, işkence ve insanlık dışı yöntemlere başvurdu. Yüzlerce insan darağaçlarında, işkence odalarında ya da çatışma kisvesi altında öldürüldü. Binlercesi sakat bırakıldı. Sürgüne zorlanan, yurttaşlıktan çıkartılan, işten atılan milyonlarca insanın hayatı karartıldı.
12 Eylül darbesinin en yıkıcı sonuçları ise Kürt toplumunda kendini gösterdi. Çünkü askeri darbenin öncelikli hedefi Kürt ulusal demokratik hareketini -bir daha belini doğrultmamak üzere- ezip bitirmekti. Darbecilerin bu amaçla Diyarbakır Cezaevi ve benzeri yerlerde başvurduğu vahşeti bilmeyen artık yok.
Darbe rejimi Kürtlerin bütün legal demokratik kazanımlarını yok etti. Kürt halkına karşı izlediği vahşi uygulamalarla derin bir kırılmaya yol açtı. Kürtlere barışçıl demokratik mücadele alanını kapatarak Kürt hareketini silahlı mücadeleye yöneltti. Darbe yönetimi ırkçı ve faşist uygulamalarıyla kanlı bir iç savaşa giden yolu açtı ve Kürdistan’ı bir yangın yerine çevirdi.
Bu kadar derin yıkım ve acılara yol açan bir darbe davasında Evren ve Şahinkaya müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Evet, Türkiye’de toplumun küçük şeylerle yetinmesini istemenin bir siyaset tarzı haline geldiğini biliyorum. Ama ben bu karara sevindiğimi söyleyemem.
Bunca melanetin sorumlusu adam, ‘benzer bir durumla karşılaşsam yine darbe yaparım’ diyecek kadar küstah. Yaşamı boyunca el üstünde tutuluyor, siyasiler başta olmak üzere herkes tarafından muteber insan muamelesi görüyor. Sonra tam ölüm döşeğinde iken verdiğin müebbet hapisle onu bir güzel cezalandırmış oluyorsun!
Bir kere gecikmiş adalet, adalet değil. Bu hem darbeciler hem de mağdurlar için geçerli.
Diğer yandan sorun tek başına iki generalin cezalandırılması mıydı, yoksa Türkiye’nin, geleceğini karartan bir zihniyetle kurumsal düzeyde hesaplaşması mıydı? Ne yazık ki birinci yol seçildi. 12 Eylül davası Türkiye’nin, hem askeri darbe zihniyeti hem de onun arkasındaki -devletin kuruluşuna kadar giden- tekçi, şoven ve militarist anlayışla hesaplaşması için bir fırsattı. Bu yapılamadı.
12 Eylül döneminde işlenmiş onca siyasi cinayet, yapılmış işkenceler, yıllar yılı süren yargısız cezalar var. Yıkılmış yuvaların, yaşanmış mağduriyetlerin, onca insani dramların hesabı ne olacak? 12 Eylül düzeninin askeri ve siyasi sorumluları, karar vericileri, işkencecileri ne zaman cezalandırılacak? Katiller ve mağdurların tümü bu dünyadan gittikleri zaman mı?
Kimse kusura bakmasın, Türkiye cellâtlarıyla hesaplaşma iradesini gösterememiştir. Darbe anayasasını değiştirme iradesini gösteremeyen bir ülke, darbe anayasası ile yönetmek ve yönetilmekte beis görmeyen bir siyaset kurumu 12 Eylül darbesi ile gerçek anlamda hesaplaşamazdı. İktidar partisi bu davanın kapsamlı bir yüzleşmeye dönüşmesi için gerekli iradeyi koyamadı.
Öte yandan bu gerçeği tespit etmek yerine, 12 Eylül davasına fazladan bir anlam yüklemek, en azından darbe mağdurlarına haksızlık olur.
Baştan savma bir dava, rutini aşmayan bir yargılama ve sembolik anlamdan daha fazlasını ifade etmeyen bir kararla Türkiye’nin 12 Eylül darbesini yargıladığını iddia etmek, herhalde en çok darbecilerin istediği bir şey olmalı.
Evet, bu iş burada bitmez, bitmemeli. 12 Eylül davası mutlaka yeniden görülmeli. Aksi halde yeni bir Türkiye, yeni bir gelecek kurma iddiası lafügüzaf olur.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.