Affligem Kasabası’na doğru yol alıyoruz. Kürt televizyonlarının büyük bir bölümü Belçika’daki bu kasabada.
Ben de Med Nüçe Televizyonu’nda, Erdal Er’in ‘Editör’ programına katılacağım.
Arabayı, aynı babası gibi ömrü emekli oluncaya kadar madenlerde geçen İbo kullanıyor, kesik kesik laflıyoruz.
Kasabanın girişine koca bir ‘arpa imbiği’ kondurmuşlar, çünkü Affligem aynı zamanda Belçika’nın çok eskilerden gelen bir bira markası.
***
Program sonrası, televizyonların üst düzey yöneticisi Ferda Çetin, Erdal Er, programı için her hafta sonu Londra’dan buraya gelen Koray Düzgören, hep birlikte yemeğe gidiyoruz. İbo da bizimle birlikte.
Hafta sonu afilli bir kasaba restoranında yemek yemek bile Belçika toplumunun yaşam kalitesinin hangi düzeylere geldiğini lafa gerek bırakmadan anlatıveriyor.
Affligen üzerinden Kürt Sorunu’nu irdeleyerek geceyi kapatıyoruz.
***
Ertesi gün, ortam değişiyor ama konumuz hep aynı.
Öğleden sonra, Türkiye’nin yakıp yıktığı yaşamların sarsıcı hikâyelerine tanıklık ediyorum. Hikâyeler sarsıcı ve siz de dinlerken sarsılıyorsunuz.
Akşamüstü KCK Yürütme Konseyi üyesi ve eski Kongra Gel Başkanı Zübeyir Aydar ile randevum var.
Sürgündeki ilk Kürt parlamentosunun görkemli binasının yolunu tutuyoruz.
***
Burası birkaç katlı tarihi bir bina. Tavşan kanı çaylar ile hoş beş ediyoruz.
Bulunduğumuz odadaki televizyonlardan Türkiye haberlerine gözümüz kayınca, ekonomi ve doların durumu da sohbetin parçası haline geliyor.
Kürt Sorunu ise Zübeyir Aydar ile baş başa yiyeceğimiz yemeğin konusu olacak. Remzi Kartal Brüksel dışında olmasa, o da bizimle birlikte olacaktı.
***
Gastronomi ve başarı çıtası yüksek olduğu hemen anlaşılan, bizim coğrafyadan bir insanımızın işlettiği bir lokantayı mekan tutuyoruz.
Ulus-devletin aşılması, sol düşüncenin Leninist varyantının gerilerde kalması, başlangıç konularımızı oluşturuyor.
Zübeyir Aydar nitelikli bir 21’inci yüzyıl analizi yapıyor.
‘İktidar’ ve ‘yönetim’ ayrımı dikkatimi çekiyor.
Yönetimin toplumsal organizma için şart olduğunu ama ‘iktidar’ kavramının toplumsal ve bireysel sakatlanmalara yol açtığını anlatarak yeni, farklı bir açılım yapıyor.
PKK sürecinin sosyolojik etkilerini ise kadın hareketi ve feodalizm üzerinden konuşuyoruz.
Aydar, uzun uzun içinde yer aldığı hareketin kadını nasıl bilinçli bir şekilde özgürleştirdiğini anlatıyor. Hareketin kadına bakışındaki farklılığı nasıl örgütlenmeye taşındığının örneklerini veriyor.
***
Çözüm süreci ve günlük gelişmeler ise dört saate yakın süren yemeğin ana menüsü oluyor.
Demokrasi olmadan kalıcı bir çözüm olamayacağını defalarca ve altını sıkı sıkıya çize çize tekrarlıyor.
Bir yandan çözüm sürecini gözü gibi sakınmak, öte yandan AKP’nin antidemokratik, faşizan icraatına da sonuna kadar karşı çıkmak.
Bu, Selahattin Demirtaş’ın da çizgisi.
KCK Yürütme Konseyi üyesi Aydar’ın vurgularının neden yekpare bir şekilde kamuoyuna yansıyamadığı, bu görüşlerin nerelerde nasıl nispi kırılmalara uğradığı da benim sorularımı oluşturuyor.
Aydar, AKP iktidarı ile kendileri arasındaki en belirgin anlaşmanın ‘ateşkes’ konusu olduğunu söylüyor.
On dört yıl önce kendi parti programına yazdığı demokratikleşme adımlarını hala atmayan AKP’ye fazla güvenmenin çok riskli olacağı inancının yaygınlığını bir kez daha görüyorum.
***
Zübeyir Aydar, silahlara veda ederek demokratik siyaset istediklerini, tüm özenlerinin siyasetin önünü açmak olduğunu da vurguluyor.
Ama çözüm olmadan silahların bırakılamayacağını da tekrarlıyor.
Nevruz ve sonrasında, olası gelişmelerin de bu çerçevede kalacağını söylüyor.
***
Seçim konusunu ve HDP’nin seçimlere parti olarak katılmasını da konuşuyoruz.
Defalarca seçim barajının indirilmesini talep ettiklerini ama AKP iktidarının buna sağır kaldığını anlatıyor.
Seçim barajını aşamazlarsa da büyük sorun yaratılmaması gerektiğini söylüyor ama “örneğin Şırnak’taki dört milletvekilliğini baraj yüzünden AKP’nin almasının nasıl toplumsal bir etki yaratacağını öngörmenin de zor olduğunu” hatırlatıyor.
***
Geçen hafta da Diyarbakır’daydım ve şöyle yazıyordum:
“‘Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı’ diye sorulur, eğer mesele ‘çözüm süreci’ ise galiba çok gezen daha çok biliyor.
Şu sıralarda Diyarbakır’ı gidip görmekte, oradaki insanları dinlemekte büyük yarar var.
Hem Ankara’da söylenmeyen birçok gerçeği öğreniyor, hem de samimi olmayanın kalıcı da olamayacağını bir kez daha görüyorsunuz.”
Galiba bu tespit Brüksel için de geçerli. (gazete360.com)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.